2018’in ilk yaprağı düştü kalbimize…
Mahmut Hocamızı kaybettik…
Her filmini defalarca izledim ve her seferinde düşündüm; “Ben Münir Özkul’u neden sevdim bu kadar?” diye…
Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sanatçılardan, tiyatroculardan biri diyeceksiniz biliyorum; ama başka bir şey vardı onda.
Şimdiki çocukların rol modellerine bakıyorum da nasıl farklı onlardan?
Ne zengin biri olarak çıktı karşımıza, ne ağa, ne bey, ne ünlü, ne siyasetçi.
Hatta çoğu zaman fakir, gariban aile babası Yaşar Usta oldu.
Ve biz en çok onun Baba rollerini sevdik; çünkü çok gerçekti.
Çok bizdendi…Belki de aslında bizden çok uzaktı…
Yitip giden insanlığımızın karşısındaki en büyük derslerden biriydi.
Aç kaldı, açıkta kaldı ama para için, mevki için gururunu, ailesini, ruhunu hiç satmadı.
Herkesin önünde titrediği adamların karşısına delik pabuçlarıyla çıkıp da “Bak Beyim, sana iki çift lafım var” diye diklendi.
O güce sahip adam, yeri geldi çocuklarının önünde ağladı.
Sonra da Gülen Gözler’le onlara sımsıcak sarıldı.
“Yılmayacağız, yıkılmayacağız” diye cesaret verdi; hem onlara hem bize…
Sevginin, ailenin en büyük zenginlik olduğuna inandırdı hepimizi.
Kızdığına bile kucak açtı; sofrasında evinde buyur etti.
Çatık kaşlı Mahmut Hoca, çocukları için, öğrencileri için pamuk yürekliydi.
Hatasını kabul etti, hatayı affetti…
Sövmezdi, dövmezdi.
Kendine hakim olamayıp bir tokat attığında; karşısındakinden önce o üzülürdü.
Evet, ben Münir Özkul’u çok sevdim.
Gerçekte hiç tanışmadığım ama sanki hep yanı başımda hissettiğim, omzunda ağladığım, sevincimi paylaştığım biri gibiydi.
Gülmenin de ağlamanın da, öfkenin de sevginin de bir insana, bir erkeğe bu kadar yakıştığını en çok onda hissettim.
O, yitip gitmesinden korktuğum çocukluğum, saflığımdı benim; tıpkı tüm eski Yeşilçam ustaları gibi…
Onlar gibilerinin bir yerlerde var olduğu inancıyla koruyabildim; her ne pahasına olursa olsun cesaretle ve adam gibi “yaşamaya” dair umudumu…
Kötülerin kaybedeceğine; iyinin, haklının, doğrunun sonunda mutlaka kazanacağına dair güvenimi yitirmedim…
Kendimizden, ruhumuzdan, bedenimizden, ailemizden, çocuklarımızdan, ülkemizden, geleceğimizden böylesine kolayca vazgeçebilen bizler için; Münir Özkul gibi insanlar ve onların tanıttığı, can verdiği karakterler ışık oldu…
İyi ki vardın Münir Özkul, yolun aydınlık olsun, tıpkı kendin gibi…’’
***
Usta’nın ardından yazılanlardan en beğendiğim; Türkan Şanverdi Avcı’nınkiydi!
Alıntıladım…
***
Münir Özkul, sadece "Hababam Sınıfı", "Neşeli Günler", "Bizim Aile" "Mavi Boncuk", "Gırgıriye" değildi.
O; Meddahtı…Tuluattı…Ortaoyunuydu…Kavuktu!
İsmail Dümbüllü’ydü... "İbiş" karakteriydi. Ramazan manileriydi.
"Yollar kesilmiş alanlar sarılmış/ Tel örgülerçevirmiş yöreni/ Fırıl fırıl kuşlar tepende/ Benden geçti mi demek istiyorsun/ Aç iki kolunu iki yanına/ Korkuluk ol" demiş Rıfat Ilgaz’dı Rıfat Ilgaz!..
Bir ömür tiyatroydu. Haldun Taner’di.
"Sersem Kocanın Kurnaz Karısı"ndaki unutulmaz tiradı okuyandı da!:
"Aktör dediğin nedir ki oynarken varızdır.Yok olunca sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. (…) Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!’’
***
Sayısız tiyatro oyunu, 400’ün üzerine filmdi. Dizilerdi.
Sadık Şendil’in Kanlı Nigar’ıydı…
Tiyatromuzun gelmişinde de geçmişinde de "en" Ustalar’dandı!
12 Eylül cuntacılarını protesto eden ve bu amaçla İstanbul Şehir Tiyatroları’ndan istifa eden tek sanatçıydı!
Hiçbir cümle Münir Özkul’u anlatmaya kafi değildir. Yetmez! Yetemez!..
Bilge der ya; "Bu dünyada kendini yüceltenler, ‘sanat ve bilime’ kendini feda edenlerdir!"
İşte Münir Usta da bir fedaydı tiyatroya, sinemaya...Yani; sanata!
***
İzmirli Yılmaz'ın (Özdil) Münir Özkul’u yitirdiğimizde paylaştığı tweeti, bu yazının başlığıdır da; "Bir kişi vefat etti, her evde cenaze var!"