Piyade Teğmen Ramazan Günay...
Piyade Uzman Çavuş Mehmet Serinkan...
Piyade Uzman Onbaşı İsmail Yazıcı...
Piyade Sözleşmeli Er
Yasin Karaca...
Piyade Sözleşmeli Er Çağatay Erenoğlu...
Piyade Sözleşmeli Er
Emre Taşkın...
Piyade Uzman Çavuş Abdülkadir İyem...
Piyade Uzman Çavuş  Ahmet Arslan...
Piyade Sözleşmeli Er Semih Yılmaz...
Piyade Sözleşmeli Er Cebrail Dündar...
Piyade Sözleşmeli Er Kemal Arslan
ve
Piyade Sözleşmeli Er
Enis Budak…

**

Onlar, şehitlerimizdi.
PKK’lı teröristlerin katlettiği 12 yiğit vatan evlâdıydı.
Sıvasız badanasız çıplak tuğlalı, kerpiçten evlerde oturuyorlardı.
Şairin dediği gibi;
“Evi yıkık, halısı hasır, yatağı çuldur,
Oğlu şehit, torunu yetim, gelini duldur,
Vatanı koruyanlar hep yoksuldur...”
Sınır boylarında Ay-Yıldızlı bayrağımız nazlı nazlı dalgalansın diye...
O vatanın bir çakıl taşını vermemek için şehit oldular...
40 yıldır olduğu gibi!
Peki; “Şehit düşerken en son neyi düşünür?
Herkese selam mı söyler? Bir köy evine doğru koşmak mı ister?
Annesinin dizine mi dönüşür toprak?
Su mu ister sevgiliden?
En son “Hakkınızı helâl edin’ mi der, bilemeyiz…”
Ama bizim hakkımız sonuna kadar helâldir her birine!..
Huzur içinde uyusunlar...

**

Gazeteler yine “Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak”, “Kahrolsun”lu…
“Durmadan Vuracağız”, “Kalbimize Gömdük”lü manşetler attı.
Arkalarından hamasetli “kınıyorum”lu nutuklar atıldı,  taziyeler yapıldı.
Anneler, babalar, eşler, kardeşler ve evlatlar…
Gerçek tekdi;
Tören mangası gittiğinde baş başa kaldılar şehidin büyük boy çerçeveli resmiyle.
Nefes kesti acı, hıçkırıkları eşlik etti onlara.
Öyle ya;  ateş düştüğü yeri yakardı…

**

Birileri o teröristler için “Ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz. Kıpırdayamıyorlar, kıpırdayamayacaklar da” derken...
Sıra sıra bayrağa sarılı tabutlar gelirken...
Hepimizin yüreği kan ağlarken…
Bir yandan da “Gazze Buluşması” düzenleniyordu ülkemin başkentinde.
“Hilafet, hilafet istiyoruz” diye sloganlar atılıyordu…
O Gazze ve Filistin için ortalığı ayağa kaldıranlar, Starbucks basıp insanların kahvelerini döküyorlardı.
Gece TRT Müzik kanalında Metin Şentürk şarkılarla, türkülerle program yapıyordu.
Bir izleyiciden de istek geliyordu;
“Boş Çerçeve”...
Ana Muhalefet Lideri, memleketi Manisa’daki şehit cenazesinde az kalsın ikinci Çubuk Linci’ne kurban gidecekti valinin makam otomobiliyle kaçırılmasa… 
Sanki ‘’açılım süreci’’ başlatan, Habur’da savcıları hakimleri teröristlerin ayağına gönderen, ‘‘operasyonlara izin vermeyin’’ talimatı veren;  Özgür Özel’di, CHP'ydi.
Yine Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi yayımlanıyordu.
ABD, Bahreyn Krallığı, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan Krallığı, Kanada ve Umman Sultanlığı vatandaşlarına vize kolaylığı getiriliyordu.
Oysa onlar diplomatik pasaportlara bile vize şartı getirenlerdi.
Biz onlara muafiyet sağlıyorduk!..

**

“O kerpiç, o sıvasız briket evlerden doğup, daha büyüyemeden, üç beş kuruş için, başka bir işe  mülakata aşıp giremeyeceği,
Suriyeli ya da Afgan göçmenlerin arasından sıyrılıp başka bir yerde emeğinin karşılığını alamayacağı için ’sözleşmeli er’ olmak zorunda kalan o evlatların nasıl öldüğü gözünüzün önüne geldi mi?”
Fatih Altaylı böyle soruyordu şehitlerimiz, bizim şehitlerimiz için…
Bir soru da ben soruyordum;
ne zaman seçim ortamına girilse, bu terör neden başlıyor?
Yüksek sesle haykırıyordum Hilmi Yavuz dizelerini;
“…hüzün ki en çok yakışandır bize,
belki de en çok anladığımız…”