“Kararmasın yeter ki/ sol memenin altındaki cevahir…’’
Ozan Veysel Gültaş’a aittir şu tespit; “Sanatçının yüzümüze tuttuğu aynada, insanlığın büyük serüvenine tanık olur, yeni sıçramalara geçebilmenin heyecanını, coşkusunu duyumsarız. Çağı onlarla dönüştürür, evrensel değerleri onlarla yakalarız. Bu anlamda, karanlığın egemen olduğu dönemlerde, bulutları dağıtıp, güneşi içimize sızdıran büyük sanatçılara borcumuzu ödeyemeyiz.’’
İşte Dünya Şairi’miz Nâzım Hikmet de bunlardan biridir.
***
61 yıllık ömründe çok hızlı yaşadı, aniden de göçtü. Yurduna, ulusuna, bizlere hasret! Zindana tıktılar, “Mapusane çeşmesi yandan akıyor yandan/ Hapislik bir şey değil ayrılık var bir yandan”ı yazdı. 14 yıl o hapishane penceresindeki umut çiçeğini soldurmadı. Yurdundan ayırdılar ama yurdu Türkiye’yi ondan ayıramadılar. O inatla “Sen şimdi yalnız saçımın akında/ Enfarktımında yüreğimin/ Alnımın çizgilerindesin memleketim” dedi.
En çok kullandığı sözcüklerden biriydi hasret. Son eşi Vera, gazeteci Leyla Umar’a verdiği röportajda Türkçe sadece “Hoşgeldiniz” ve “Hasret”i bildiğini aktarmış ve eklemişti: “Nazım o kadar çok hasret dedi ki, aklımda kalmış…”
***
“Bütün bir yaşamı kucaklayan şiirlerin şairi” tanımı, Ataol Behramoğlu Usta’nındır. Çok hasret çekmiş, özlemleri sızı yüklemiş şairdi. Şiirlerinde aşk, tutku, doğa, acı, mücadele vardı; en çok da hasret!; “Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını/Ben hasretlerin…”
“Denize dönmek istiyorum!/ Mavi aynasında suların/ boy verip görünmek istiyorum/ Denize dönmek istiyorum!”
Oğlu Memet’e ithafen, “Ayrılık dayanılır gibi değil mi?/ Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz”
Piraye’ye; “Senin adını/ Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.”
O Piraye’ye de “Memleketimden İnsan Manzaraları’nı ben yazmıyorum, onu bana sen yazdırıyorsun, senindir’’ diyendir de Nazım!
***
Asla karanlıktan, yalnızlıktan hoşlanmazdı. İnsansız dostsuz yapacak kişilik değildir. Hep ürktüğünü anlatır yalnızlıktan; “Ben hem kendimden bahseden/ Şiirler yazmak istiyorum/ Hem bir tek insana/ Hem milyonlara seslenen şiirler”i kağıda döker.
“Umudu var büyük insanlığın/ Umutsuz yaşanmıyor”u da dillendirmiştir -güzel Türkçe’siyle- 61 yıl önce Taşkent’te.
***
Kurtuluş Savaşı’nı destanlaştıran tek şairdir. Mustafa Kemal’e büyük saygısı vardır. En güzel dizeleri yazmıştır onun için Kuvayi Milliye Destanı’nda; “Sarışın bir kurda benziyordu/ Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı./ Yürüdü uçurumun başına kadar,/ Eğildi, durdu./ Bıraksalar/ İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak/ Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.”
***
Son sabah… 3 Haziran’dır tarih. Her zamanki gibi erkencidir. Neşelidir. Kapıdaki gazeteleri alır güne başlardı. Kapıyı açmak için uzandığında son hareketi yapamaz, orada yığılır. Dimdik, ayakta elveda demiştir Koca Çınar. “Sonra şu 10 yıldan bu yana/ Benim fakir milletime ikram edebildiğim/ Bir tek elmam var elimde, doktor/ Kırmızı bir elma/ Kalbim!”deki kalbini yeryüzüne bırakarak! Vasiyetini de şiire dökerek; “Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni/ Ve de uyarına gelirse/ Tepemde bir çınar olursa/ Taş maş istemez hani.’’
***
“Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi’’ Vera’sı. “Gelsene dedi bana/ Kalsana dedi bana/ Ölsene dedi bana/ Geldim/ Kaldım/ Güldüm/ Öldüm”ü yazdığı Vera’sı. “Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne/ Allı pullu bir balon verelim oynasınlar” dediği çocukları. Anadolu’su, zeytini, karıncaları, buğdayları, arıları, elmaları, bulutları, dalgaları, maviliklere süreceği motorları. Şiirlerini ıslık çalarak kazıdığı caddeler. Aşkın sevda olduğunu öğreten şiirlerinin tutkunu bizler; Nazım’sızdır artık!
***
Kaçışları, sevdaları, ikinci adresi zindan yıllarıyla doludizgin birkaç ömre sığacak hayatını ilmek ilmek ören, kağıt bulamayınca şiirini beyaz pantalonuna yazan. Şiirleri ezberimizde, dillerden düşmeyen Nazım Hikmet bugün 117 yaşında. Ne güzel şey hatırlamak seni Büyük Şair…