Hitler iktidardır, Almanya faşizme teslimdir.
‘Ari’ üstün ırk projesi faaliyete geçmiştir.
Führer, milyonlarca Yahudi’yi toplamış, gaz odalarında katletmeye başlamıştır.
1 Eylül 1939’da Almanya Polonya’ya saldırmıştır.
İşgal başlamıştır, savaş patlamıştır Avrupa’da.
20. yüzyıl kana bulanmıştır Nazilerce!..
***
Silahı şiir, şiiri silah ‘Vatan Haini Vatan Şairi’dir Nazım Hikmet.
O şiiri de cesarete kardeştir.
‘Yurt ve yurttaş özleminin somutlaşmış’ anıtıdır.
Asıl işidir; ozanlık, yazarlık, barış havariliği.
Kurtuluş Savaşımızı da tek destanlaştırandır.
Hapislikler, işkenceler, sürgünlerde
‘alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim/memleketim, memleketim’
diye inleyerek ölendir.
Tanya da, daha 18 yaşında bir Rus direnişçidir.
Asıl ismi ‘yaşam’ demek olan Zoya’dır.
Nazi işgaline karşı gönüllü çarpışmış, yakalandığında da aşağılanmıştır, tecavüze uğramıştır.
Yine de SS’lere ser verip sır vermemiştir.
Darağacında son cümlesi; ‘190 milyon kişiyi asamazsınız’’ olmuştur.
Nazım da onu ‘ve karların üstünde muzaffer gülümseyişi’yle yazmış ve eklemiştir;
‘seni astılar memleketini sevdiğin için
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim...’
***
Naziler’in kitaplar yaktığı, bilim insanlarını sanatçıları toplama kamplarına
götürdüğü, tiyatro binalarını mühürlediği günler.
Hitler bir akşam Berlin’de Charlottenburg Tiyatrosu’na gelir.
Bavyeralı Almanların Şarlosu Karl Valentin’i izleyecektir.
Valentin sürekli Alman sermayesi ile Naziler arasındaki ‘akçeli ilişkiye’ dokundurmaktadır.
‘Ve büyük şef siyah Mercedes’i ile köşeyi dönüyordu.’
Deyim yerindeyse nasırına basılan Führer çok bozulmuştur, gestapolarla sanatçıyı uyarır.
Ertesi akşam yine sahnededir Valentin.
Bir ara haykırır; ‘Heil!..Heil…Heil!..’’
Sanatçıdan bunu beklemeyen seyirci şoktadır.
Sessizliği bozan yine Valentin’dir;
‘Ne bakıyorsunuz adamın adını unuttum!..’
Seyirci kahkahaya boğulur, gestapolar çıldırmıştır.
Tiyatrocu Cansu Fırıncı öyküyü; ‘Bu bir faşizm hikayesidir’ diye anlatır.
***
Faşizm günlerinde Hitler Prag’ı da işgal etmiştir.
Genç yaşlı çocuk demeden Yahudi avı başlamıştır.
İngiliz asıllı borsacı Sir Nicholas Winton, Auschwitz Kampı’ndaki çoğu Yahudi 669 çocuğu 8 tren ayarlayarak Almanya üzerinden İngiltere’ye kaçırmış, insan öldürmekten zevk alanların elinden hayatlarını kurtarmıştır.
Winton bununla da kalmaz çocukların her birine aile bulmuştur.
***
1988’dir sene.
Winton’un ‘gizlediği’ kahramanlığı yarım asır sonra eşi Grete sayesinde ortaya çıkmıştır.
Evlerinin çatı katında bir çantada kocasının kaçırdığı çocukların isimlerini yazdığı not defterini bulmuştur fotoğraflarıyla ve BBC ile paylaşmıştır.
Kanalın ‘Thats’s Life-İşte Hayat’programı Yyapımcıları dea, çocukların çoğunu bulmayı başarmıştır. (55-60’tır artık yaşları)
Stüdyoya davet edilen Winton’un haberi yoktur.
İsmi anons edilince, koltuklarda oturanlar ayaktadır.
Sir Winton bir anlam verememiştir bu duruma.
Herkesin 'teşekkürler' diye tempo tutmasına iyice şaşırmıştır.
Oysa; salondakilerin hepsi de, onun elli yıl önce toplama kampından kurtardığı çocuklardır.
Şimdi hepsi koca adam ve kadın olmuş, sayesinde hayatta kalarak, yeni bir başlangıç yapmışlardır.
Sir Nicholas Winton duygulanır, göz yaşlarını tutamaz!
***
Öykü gerçektir, yürek kavurur!
Winton 28 Ocak 2014’te Çekya’nın en yüksek onur nişanı ‘Beyaz Arslan’la ödüllendirilir.
Slovak yönetmen Matej Minac ‘İyiliğin Gücü’ filmini yapar.
Winton 4 yıl önce de 106 yaşındayken hayatını kaybeder.
O artık gerçekten kurtardığı 669 çocuğun yaşamlarına ışık tutmuş kahramandır!
***
Bazı insanlar ölümsüzdür.
Bilge der ya; insandır, ölünce yaşar.
İnsandır; yaşarken ölür, insandır ölünce yaşar!
'Yaşamdan sonra da hatırlanmak isterseniz, ya okunmaya değer şeyler yazın ya da yazılmaya değer şeyler yaşayın!' Benjamin Franklin sözüdür.
Bu dünyadan onurlarıyla geçmiş, faşizme karşı mücadele etmiş Karl Valentin, Tanya, Büyük Şair Nazım, Sir Nicholas Winton’u anımsatan!
Hayatta her şey olabilirsin ama önemlisi hayatta ‘iyi insan olabilmek’ değil midir?