Eğer kendi dünyamı yaratmasaydım, başkalarınınkinde ölecektim, demişti Anais Nin. Yazarların edebiyata açılan kapıyı ilk keşifleri hep böyle olur belki de.
İçinde bulundukları dünya onlara dar ve anlamsız, yetersiz gelmeye başlar.
Fakat yazar olmanıza gerek yok, biraz duyarlı, algıları açık biriyseniz bu dünyanın size çizdiği sınırlarda kalmanız çok zor. Kapitalist sistem herkes aynı düşünsün, aynı şeylere önem versin, aynı giyinsin hatta konuşsun ister. Çünkü bu aynılığı yönetmek basittir. Oysa insanın görkemi hiç bu basitliğe sığar mı? Tam da bu nedenle sanat keşfedilmiştir. Bilim burada yardıma koşar... Bana dayatılan hiçbir fikri kabul etmiyorum, kendi vicdanım ve kalbime danışmadan yol almıyorum. Kimseyle aynı yolları yürümek zorunda değilim. Ben sadece ben olmak zorundayım... Delirmiş Evrenin Ortasında zor iş, ne dersiniz?
KANLI CEKET’İN ÖYKÜSÜ
Neyse ki iyi kitaplar bize insanlığın öyküsünü anlatmaya devam ediyor. Birbirimizi öykülerimiz aracılığıyla daha iyi anladığımız malum. Bu sebeple öykü geleneğini sürdürmek çok mühim. Eğitimci Talip Emiroğlu bu geleneğe güçlü bir katkı sunuyor geçen hafta Destek Yayınları etiketiyle çıkan Kanlı Ceket adlı öykü kitabıyla. Kitapta 6 ilgi çekici öykü var ve kuşaklar arası farklılıkların altını incelikle çiziyor. Anne ve babaların her yeni günde yeni bir bilgi, teori ile karşılaştığı ve çocuklarını nasıl büyütecekleri konusunda kafalarının iyice karıştığı bu çağda, deneyimli bir eğitimcinin kaleminden çıkan bu nitelikli öykülerle bir zamanlar bu ülkede yoksul da olsa çocukların kendilerine bir yol bulmalarının nasıl mümkün olduğuna tanıklık ediyoruz. Nesiller arası değişimin yol açtığı yaşamsal farklılıkları da hikayenin gücüyle objektif bir bakışla görme şansımız oluyor. Şimdiki çocuklara masal gibi gelecek bazı sert gerçeklikleri de hatırlatan Emiroğlu, çocukluğun keskin virajlarını doğru alabilmenin önemini de vurguluyor aslında. Kanlı Ceket kitabını çocuğunuzla birlikte okumanız ne güzel olurdu. Elbette bunun için ikinizin de elinizden tabletleri birkaç saat bırakabilmeniz gerekiyor. Zor ama hâlâ mümkün, ne dersiniz?
100 YAŞINA KADAR YAŞAMAK
Uzun ve sağlıklı bir yaşamın sırlarını keşfetmek ister misiniz? Öyleyse, size Netflix’in son zamanlarda en çok ses getiren içeriklerinden birinden söz edeyim: ‘100 Yıl Yaşamak: Mavi Bölgelerin Sırları ya da orijinal adıyla Live to 100: Secrets of the Blue Zones’. 20 yılı aşkın bir süredir uzun yaşamak üzerine araştırmalar yürüten ve bu konuda pek çok kitap yazan Dan Buettner, bu kez Mavi Bölgeler’in sırlarını bir belgeselde topluyor ve bu sırları keşfetmek için izleyicilerini küçük bir dünya turuna çıkarıyor. Ayrıca, Singapur’un ilham veren hikayesini ele alıyor.
Mini belgesel serisi toplamda 30-40 dakikalık 4 bölümden oluşuyor ve her bir bölümde Dan Buettner, farklı bir Mavi Bölge’ye seyahat ediyor. Japonya’nın Okinawa Adası’ndan İkarya’ya, oradan Nicoya Yarımadası’na ve en son da Singapur’a gidiyor. Gittiği yerlerde uzun yaşayan insanların kendilerine has diyetlerine, geleneklerine ve dingin yaşam tarzı pratiklerine tanıklık ediyor. Bahsedilen bölgelerde yaşayan insanların sosyal ilişkilere, maneviyata, arkadaşlıklara büyük önem verdiğini görüyoruz. Ayrıca, sağlıklı, bitki odaklı beslenmenin uzun yaşama katkısı, yeterli uykunun kritik önemi, hareketli bir yaşamın uzun ömürle olan ilgisi de ön plana çıkıyor. Beden ve zihin kadar ruhu da işin içine katmak gerekiyor. Dünya bütüncül tıp kavramına yönelmişken bu keşif önemli bir gerçeğin altını da çizmiş oluyor.
Aslında uzun yaşam açısından şanslı bir bölgede bulunuyoruz fakat kapitalizm bizi öyle kuşatmış durumda ki, bu avantajı kullanamaz haldeyiz. Oysa pandemi bize bahçenin, toprağın, havanın önemini nasıl da sert hatırlatmıştı. Her şeyi bu kadar hızlı unutmasak keşke...