Geçmişe şöyle bir baktığımızda valilerin Cumhuriyet'e kadar İzmir'in imarında önemli rol oynadığını görürüz.
Cumhuriyet sonrası bu geleneği Vali Kazım Dirik sürdürdü ve ondan sonra da bu işler, seçilmiş belediye başkanlarının eline geçti. Bunun da anıt isimlerinden biri Dr.Behçet Uz'dur.
Behçet Uz'un başta Fuar olmak üzere yaptıkları ortada.
Çok partili döneme geçişte İzmir'in farklı bir hamle içine girdiğini görüyoruz. Önceden başlanan Varyant'ın tamamlanması, İkiçeşmelik Caddesi'nin genişletilmesi, meydanların düzenlenmesi, İnciraltı'nın bir mesure yerine dönüştürülmesi vs.
1964'te başkanlığa seçilen Osman Kibar'la birlikte İzmir farklı birk hizmet sürecine girdi. Kent, trafiği alt üst eden el arabalarından temizlendi, çamur yollar asfalta dönüştü. Fuar, uluslararası anlamda daha da büyüdü.
Ama Osman Kibar, bunları yaparken, kentin nefes almasını önleyecek projeleri de hayata soktu. Denize bakan kısımlara yüksek kat izni verirken, arka caddelerde bu kat sayısını 5'e indirdi.
Tersini yapması gerekirken bu hatayı işledi.
Evsel atıkları, denize boca etti. Yani kanalizasyon, doğrudan körfeze aktı.
1973'te bu koltuğa oturan İhsan Alyanak, "Ben yapayım, kararı sonra alırız" diyerek kendi kafasınca bir kentsel düzenleme başlattı. Caddeleri genişletti, Karataş'taki aile evlerini yok etti ama bunları hep yasal zemine oturtmadan gerçekleştirdi.
Ki o Alyanak, icraatinin neredeyse tamamını, Osman Kibar'dan devraldığı bürokrat ve teknokratlarıyla gerçekleştirdi.
Burhan Özfatura, Körfez'den topladığı çamuru körfez girişine boşaltarak kente zarar verdi.
Ama metro hazırlığı başlattı, yeşillendirmeye önem verdi.
1989'da Büyükşehir belediye Başkanı seçilen Yüksel Çakmur'un, midyecileri ve şehir için dolmuşları yasaklaması, İZFAŞ'ı kurarak İzmir'i bir fuarlar kentine dönüştürmesi kent için önemli birer kazanımdır.
Ahmet Piriştina, Osman Kibar döneminde o yılların tekniğine göre düzenlenen Körfez Projesi'ni güncel zenginliğe kavuşturarak, yani modern teknikleri kullanarak Büyük Körfez Projesi adıyla tamamladı. Kent Ormanı'nı kurdu, yarım kalan projeleri ele alarak hayata geçirdi.
Ve İzmir, bu gelişmeler yaşanarak Aziz Kocaoğlu'na teslim edildi.
Tek tek baktığımızda, İzmir'e bilerek ya da bilmeyerek kötülük edildiğini de görürüz. Çarpık kentleşme, gecekondular, körfezi kirleten uygulamalar bunların başında gelir.
Önemli olan geçmişten ders alabilmek.
Bu yapılıyorsa ve yapılacaksa mesele yok.
Varsın İzmir yavaş gelişsin. Bir gün bu kentin insanları iyi bir tercih yaptıklarının farkına varacaklardır.

***

Yörük Türkmen kültürü üzerine...


Avrasya Türklerini bu günlere taşıyan en önemli etkenlerden biri hiç şüphesiz, kültürlerini korumuş olmaları.
Bunlar içinde yörük Türkmen kültürü de var.
Aslında Yörük kültürü, Anadolu'ya has gibi görünse de geçmişi Orta Asya'ya uzanıyor.
Bununla ilgili yeni bilgileri, geçtiğimiz günlerde bir vesile ile edindim.
Bir grup folklor sevdalısı ile birlikte Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mustafa Daş'ı makamında ziyaret ettik. Ziyarette Azerbaycan Baku Avrasya Üniversitesi ve Baku Slavyan Üniversitesi Halk Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferah Celil da katıldı.
Aynı zamanda Dokuz Eylül Üniversitesi'nin Yörük Türkmen Kültürü Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü de olan Dekan Prof.Dr. Mustafa Daş ile Prof.Dr. Ferah Celil'in aynı frekansta buluşmaları ve adı geçen kültür hakkındaki tartışmaları, bu kültürün ne kadar zengin bir derya olduğunu koydu ortaya.
Üniversitede bu konuda akademik uzman olarak çalışan Çağrı Pala da tartışmaya katılınca; o kısacık sürede devasa bir kültür çalıştayı yaşandı dekanlık odasında.
Prof.Daş, tam bir Yörük Ali Efe hayranı ve bu hayranlık nedeniyle bıyıklarını da onun gibi düzenlemliş.
Ziyaret,bu kültürün yaşatılması adına iki ülke arasında üniversitelerin işbirmliği ile nasıl bir ortak çalışma yapılabsileceği noktasında yoğunlaşan görüş birliği ile sonuçlandırıldı.
Devşirme kültürlerin dayatılarak dejenere edilmek istenen toplumumuz için sevindirici bir gelişme.

***

Alman Konsolosluk binası ne olacak?


Birinci Kordon'un belki de en güzsel binalarından biri.
1800'lü yılların sonlarına doğru inşa edilmiş, o dönemde Kordon'un görsel armonisine en uygun yapılarından biri olarak anılmıştı.
Cumhuriyet'ten önce bu muhteşem bina, Guiffray Ailesi'nin kışlık malikanesiydi. Aile, yazlık olarak da Buca'da sonraki yıllarda Ahmet Piriştina'nın da doğduğu binayı kullanmıştı.
Guiffray'ların İzmir için büyük önemi var.
Mesela atlı tramvayı onlar çalıştırdı. İzmir'e elektriği ilk onlar getirdi. Guiffray'lar, yıllarca rıhtımın işletmeciliğini üstlendiler, körfezde vapur çalıştırdılar.
Bütün bunları elbet kapitülasyonların kendilerine sunduğu sonsuz imkanlar sayesinde gerçekleştirdiler.
Cumhuriyet ilan edilince bu kapılar kapandı ve İzmir'i terk ettiler.
Guiffray'lar, bu binanın keyfini alibildiğine sürdüler. Şimdiki Ticaret Odası binasının yerinde yer alan Sporting Club'un kurucusu ve yöneticileri de onlardı ve her akşam binanın önüne yanaşan atlı arabalar, birbirinden zarif hanımları ve şık beyleri bu kulübe taşırdı.
Cumhuriyet'ten sonra bu tarihi binanın Alman Konsolosluğu olarak kullanılmaya başlandığını görüyoruz.
Bu kullanım, beş-altı yıl öncesine kadar sürdü geldi.
Ancak yüz elli yıllık bina, hem güvenlik, hem fiziki, hem de otopark gibi sorunlar nedeniyle kullanışsız olmaya başlamıştı.
Sonuçta bina boşaltıldı ve konsolosluk, Balçova'da Havuzbaşı mevkiine taşındı.
Geçtiğimiz Ağustos ayında İzmir'de başkonsolos olarak göreve başlayan Dr. Rainer Lassig de binanın satılmasına karar verdi. Tarihi bina, Megapol İnşaat'a satıldı.
Şimdi uzun bir süreç var. Binanın, aslına uygun biçimde onarılması.
Megapol Yönetim Kurulu Başkanı Selim Gökdemir'in bina ile ilgili projeleri
olduğunu öğreniyoruz. Bunlardan biri de ünü dünyaya yayılan, ancak New York'ta hiç de iyi karşılanmayan Etçi Nuzret'in bir şubesinin açılması.
Ya da bir Alman müzesi kurulması.
Ya da bir başka proje.
Ancak görünen o ki, giderek görüntüsü bozulan bina, bir şekilde kurtulacak ve İzmirlilerin hizmetine sunulacak.
Hem de en kısa zamanda.

***

Vale deyip geçmeyelim


Valeler, yaşamımıza bütün güçleriyle girdiler.
Gece kulüplerinin, restoranların önünde nice olumsuz koşullarda görev yapıyor,ereçlere perk yeri temin ediyorlar.
Ama valeler, son zamanlarda sıkça olaylara karışır oldular. Kavgalar, biçaklamalar, tabanca çekmeler, cinayetler bir birini izledi.
Ve devlet, sonunda vale sektörünü mercek altına aldı.
Büyük bir istihdam hacmine sahip sektörün, eğitimle ilgili sorunu olduğu kanısına varıldı ve hemen kollar sıvandı.
Yakın gelecekte, eğitim seminerleri başlayıp da sertifikalar verilmeye başlayınca artık bambaşka bir vale sektörü göreceğiz karşımızda.
Vale adayları, araç teknolojisi, öfke kontrolü, konuşma bilinci başta olmak üzere pek çok alanda ders görecekler. Alacakları derslerden biri de matematik.
Yani yarın öbürgün, yüksek para talep ettikleri müşterilerden "Sen ya sayı saymasını bilmiyorsun, ya da hiç dayak yemedin" yanıtını almamaları için.
Valeler, tek tip giyinecekler, sosyal güvenlik şemsiyesi alytına sokulacaklar, sonuçta filinta gibi çıkacaklar karşımıza.
...
Şimdikileri bir süre böyle idare edelim.
Yarınlar bizi bekliyor.