İzmir'de doğup büyümüş veya sonradan bir şekilde yolu İzmir'e düşmüş insanlar mecbur kalmadıkça bu kentten ayrılmazlar. Ayrılanlar ise ilk fırsatta geri dönerler. İzmir, asla vazgeçemeyeceğiniz bir tutkudur
Bana tekrar yaşamak istediğim yer ile ilgili bir seçenek verseler, sanıyorum tekrar İzmir’de, Ege’de yaşamak isterdim. Bunu düşünmeden söylemedim. Düşündüm tabi, başka seçenekler neler olabilir diye. İzmir ile karşılaştırdım. Tercihimde İzmir ağır bastı. Siz “neden” diye sorun, ben de cevap vermeye çalışayım.
ILIMAN İKLİM
Önce ikliminden yola çıkarsak, harika bir iklimi var. Yağmur da yağıyor ama, senenin 300 günü güneş size gülümsüyor. Düşünebiliyor musunuz, her yılın 300 sabahı güneş size gülümseyerek “Günaydın” diyor. Bence çok önemli bir şey. Kara bulutların kararttığı bir gökyüzünü düşünün, bir de pırıl pırıl güneşli bir gök kubbeyi. İnsanın gününün güzel ve mutlu geçmesi için çok önemli bir neden.
Bir de öyle çok soğuk olmaz kış aylarında. Orta ve Kuzey Avrupa ülkeleri ile karşılaştırılamaz. Ilıman bir iklim, soğuk olduğu günler olsa da çok uzun sürmez. Güneş sıcak yüzünü gösterdi mi, içiniz ısınır tekrar. Öyle Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yedi gün durmadan yağmur yağmaz İzmir’de. Yağmur bereketini bırakır İzmir’in topraklarına, bir bakarsınız tekrar güneş açmış. Herodot bile dememiş mi, 'gök kubbenin altında en güzel iklim İyonya’da bulunur' diye. Yani ben yeni bir şey söylemiyorum.
DENİZİ GÜZEL
Gelelim İzmir ve çevresinin doğasına. Üç tarafı denizle çevrili bir yarımadaya sahip İzmir’in denizi, denizin mavisi başka güzeldir. Denizinde serinlemek ayrı bir keyif verir yaz aylarında. O nedenle İzmir’de yaşayanların denizden ayrı kalmamak için yazlık evleri olur Çeşme’de, Urla’da, Seferihisar’da... Okulların uzun yaz tatillerinde baba hariç bu yazlıklarda geçirir İzmirliler. Çocuklar denizden çıkmazlar, ilk dostlukları, arkadaşlıkları, ilk aşkları burada başlar.
Hele akşam geç vakitlere kadar birlikte geçirilen zamanın tadına doyum olmaz. Anne babalar evlerinin önünde birbirleriyle keyifli sohbetler yaparken, çocuklar da ya deniz kenarında ya da bir duvarın üzerinde kendi konularını konuşur eğlenirler.
İZMİR’İN DOĞASI
İzmir ve çevresi sahip olduğu flora ve fauna zenginliği ile doğa tutkunları için bir cennettir. Akdeniz’in tipik bitki örtüsünün yanında bölgeye özgü endemik türler de botanik zenginliğini artırır. Çam ormanları bölgenin dağlarının sürekli yeşilliğini sağlarken, ilkbaharda kırlık alanlarda ortaya çıkan çiçekler ve otlar adeta doğanın serdiği bir halı gibidir. Papatyalar, laleler, gelincikler, yabani çiçekler insana doyumsuz bir zevk verir.
Gelelim ölmez ağaca. Ölmez ağaç denince aklımıza gelen tek eğaç zeytin ağacıdır. Binlerce yıl yaşayıp sağlıklı ürün verdiği gibi, kesilse veya bir yangında yansa bile, kısa zamanda köklerinden verdiği yeni filizlerle tekrar hayat bulur. Yağı için sıkılıp işlem görmeden tüketilebilen tek yağ zeytinyağıdır. Bu nedenle biz zeytinyağına meyve suyu deriz.
Zeytini anlatıp da inciri anlatmamak olmaz. Zeytinin yanında kutsal kitaplarda adı geçen diğer bir meyve ise incirdir. Sağlam kökleri ile topraktan aldığı besinleri lezzetli bir formda insanlara sunar. Ege Bölgesi için “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar” denir. İnsanlar için ikisi de ilaç değerindedir. Dünyada en iyi incir Ege Bölgesi'nde yetişir. İzmir’in hinterlantı olan Aydın Germencikte kurutulup tüm dünyaya ihraç edilir. Sultaniye üzüm de incirin kardeşidir ve en az onun kadar ünlüdür.
BAL GİBİ BAL
Floranın çeşitliliği arıcılığı ve bal üretimini de destekler. Çalışkan hayvanlar olan arılar, doğanın bin bir çeşit çiçeğinden, çam, kestane, hayıt ağaçlarından topladıkları bitki özleri ile bize şifalı ballar hazırlarlar.
Ege’nin doğasında yetişen şifalı otları ise İzmir mutfağını zenginleştirir. Yabani otlardan hazırlanan nefis yemekler, mezeler ve salataların tadına doyulmaz.
Gelelim diğer bir iksir üzüme. Gürcistan’dan geldiği var sayılan bağcılığın dünyaya yayılması da Anadolu üzerinden olmuştur. İki bin yıldan daha önce Marsilya’yı kurmak üzere gemilerle yola çıkan Foçalılar, çok sevdikleri üzümün fidelerini de beraberlerinde Fransa’ya götürdüler. İzmir’in bir ilçesi olan Foça, Antik Çağ'daki adı ile Fokeai, Foça Karası üzüm türünden yaptıkları şarapları ile ünlendiler. Ürettikleri zeytinyağı ve şaraplarını anforalara doldurarak, başka kıyı kentlerine gemileri ile götürüp sattılar. Zaten dönemin en önemli ticari ürünü zeytinyağı ve şaraptı.
TERMAL SULAR, KAPLICALAR
İzmir ve çevresi deprem bölgesidir. Bu nedenle de çevresinde çok sayıda şifalı kaplıcalar bulunur. Bu kaynak sularının sahip olduğu çeşitli mineraller de pek çok hastalığın tedavisinde kullanılır. Bu Antik Çağ'da da böyleydi. Bölgede bulunan asklepionlarda şifalı suların da kullanıldığı tedaviler uygulanıyordu. İzmir’in merkezinde bulunan Agamemnon kaplıcaları bunlara en iyi örnektir. Özellikle yurt dışından gelen hastalarca tekrar sağlıklarına kavuşmak için tercih edilen İzmir’in kaplıcalarının bilinirliği dünya çapındadır.
KÜLTÜREL MİRAS
İnsanın zengin ebeveynleri olması, kendisine değerli şeylerin miras kalması ne kadar güzel. Ama benim bahsettiğim para, ev, tarla değil; kültürel miras. 8 bin 500 yıllık bir aileniz var ve sizden önce yaşamış olanlar size inanılmaz bir miras bırakmışlar. Başta bu kadar eski bir tarihin yaşanmışlığını, sonra örnek almamız için yaşam kültürlerini… Ben biliyorum, mesela ırmaklardan, denizden tuttukları balıkları, midyeleri yemişler. Tıpkı bizim gibi. Demek ki İzmirlilerin balık ve midye aşkı kendi kendine çıkmamış.
TARİHİ KEMERALTI
Dünyadaki çarşıların en eskisi, en büyüğ Kemeraltı çarşısıdır. Günümüzden 2 bin 400 yıl öncesine giden bir tarihi var. Çıkış noktasını Agora olarak alınca, 2 bin yılı aşkın tarihi olan, hala görkemi ile yaşayan başka bir çarşı yok dünyada. Düşünün, koca bir semt, 16 bin ticarethane bulunuyor ve 85 bin kişi sadece çalışmak için kentin her yerinden buraya geliyor. Buna, her gün alışveriş için Kemeraltı’na gelen 150-200 bin kişiyi de ekleyin. İşte bu nedenle Kemeraltı hep bir bayramyeri. Çalışmaya alışverişe ya da sadece gezmeye gelen binlerce kişi... Her zaman cıvıl cıvıl. Kemeraltı’nın gün içi nüfusu pek çok ilimizden daha fazla.
Çarşılar kentlerin kalbidir. Kalp durursa hayat durur. Yani ticaret çok önemlidir bir kent için. Bunu sağlayan unsurların başında da limanlar gelir. Tarihte hep böyle olmuş. Durup dururken bir gemi çıkar gelir. Ceplerinde paraları ile tüccarlar heyecan yaratır kentin çarşısında.
İZMİR’İN ŞANSI LİMAN
İzmir’in şansı liman. Hep bir limana sahip olması ve son derece bereketli bir hinterlandı olması. Çoğunlukla deve kervanları ile İzmir’e taşınan, incir, üzüm, susam gibi tarımsal ürünler, Kemeraltı’ndaki hanların depolarında satış için bekletilir. Günlerce yollarda güneş altında yolculuk yapan kervan sahipleri, mallarını depoya yerleştirdikten sonra yaptıkları ilk iş bir hamam aramak olurdu. Yolun kirini-pasını üzerinden atan tüccarlar, kendilerine Kemeraltı’ndaki lokantalarda güzel bir ziyafet çekerlerdi.
Dini vecibelerini yerine getirmek için de yeterli sayıda cami vardı. Malların ve develerin bulunduğu hanların üst katları güvenli han odalarından oluşur, kervancılar yolun tüm yorgunluğunu buralarda uyuyarak atarlardı. Yaklaşık 60 hanın bulunduğu Kemeraltı, o gün olduğu gibi, bugün de son derece önemli ve gezilmeye değer bir yer. Günümüz İzmir’inde yaşayan hemşehrilerimiz doğal olarak Kemeraltı’nı yeterince tanımıyorlar. AVM’lerin çekim gücü Kemeraltı’nı zorluyor. Ama ihtiyar delikanlıyı yenebilmek mümkün değil.
LEVANTENLER
Levantenler farklı bir yeme içme kültürünü katmışlar bu şehre. Avrupa’ya göre Levant (Doğu), bu Avrupalı tüccar ailelere de Levanten denmiş. İngilizi, Fransızı, Almanı, İtalyanı, Hollandalısı, Avusturyalısı yüzyıllarca burada yaşamış olup da, yeme içme kültürünü etkilememeleri mümkün mü? Değil tabi. Balkanlardan kopup gelenler, et yemeklerini ve hamur işlerini kazandırmışlar yemek kültürümüze. Adalardan, Girit’ten göçenler de çeşit çeşit otlardan nefis mezeler, yemekler yapmayı öğretmişler İzmirlilere. Onlar da diğer mutfaklardan etkilenmişler. Anlayacağınız herkes birbirinden bir şeyler öğrenmiş, birbirine bir şeyler öğretmiş. Ama saygı duyarak yaşamışlar beraberce. Mutfaklar kendi özelliklerini genel anlamda korumakla birlikte, ağzının tadını bilenler yabancı lezzetlere “hayır” dememişler.
Çamaltı Tuzlası ve Sasalı Kuş Cenneti
Türkiye’nin en önemli tuz üretim alanlarından biri olan Çamaltı Tuzlası da Kuş Cenneti alanı içinde bulunuyor. Gediz Deltası'nın getirdiği alüvyonlarla sığlaşan kıyıda oluşturulan tavlalarda buharlaştırılan deniz suyundan tuz elde edilmektedir. İşte bu yoğun tuzlu su içeren tavlalarda yaşayan planktonlar on binlerce flamingonun besin kaynağıdır. Bu deniz hayvancıklarındaki pembe renk pigmentleri de flamingoların kanatlarında pembe rengin oluşmasına neden oluyor.
Sasalı Kuş Cenneti'nde yaklaşık 290 değişik türde kuş bulunuyor ve kış aylarında da yüz bine yakın su kuşunu konuk ediyor. Türkiye'de flamingoların ürediği iki alandan biri olan İzmir Kuş Cenneti'nde 30 bin kadar flamingo da var, nesli küresel ölçekte tehlike altında olan tepeli 400 tane pelikan da aynı alanda ürüyor. Yaban kedisi, yaban domuzu ve yaban tilkisinin yaşam sürdürdüğü Gediz Deltası, Ramsar Alanı, Birinci Derece Doğal Sit Alanı ve Yaban Hayatını Koruma gibi ulusal ve uluslararası birden fazla koruma statüsüne sahip bulunuyor.
İşte bu kadar güzelliğe, bu kadar zenginliğe sahip bir şehiri bırakıp da nereye gideceksiniz. Üstelik insanları da konuksever, yüzü batıya dönük, dünya insanı. Bu nedenle başka bir şehir, yaşamak için İzmir’in önüne geçemiyor.