Yıllarca gazetecilik yapmış, sinemamızda da “Kötü Adam” karakteriyle ünlenmiş
Hüseyin Baradan 17 yıl önce yaşadığı “Büyük Acı”yı, meslektaşımız Hürol Dağdelen o günlerde köşesine taşımıştır.
Baradan anlatıyor;
“Eşim Hayriye’yle çok istediği Yunan Adaları turuna katıldık. Rodos’tan sonra Girit’e yaklaştığımızda eşim kamarada rahatsızlandı. Tüm müdahalelere karşın son nefesini de verdi. Donup kalmıştım. Girit'e yanaştık karakola ifade için. Gemi de 2 saat sonra kalkıyor. Rehberler de “ihtiyacınız olur” diyerek 500 dolar bırakıp gittiler. Girit’te kaldım mı tek başına!
Perişanım, bitiğim. Yol arkadaşımı yitirmiştim. Karakolda genç bir adam var, beni süzüyor. Birden, “Size yardım etmek istiyorum. Ben; Comodor Turizm’in sahibi Manolis Gavrilakis”
Teşekkür ettim. “Yorgunsunuz, sizi otele götüreceğim. Biraz dinlenin” dedi.
“Peki” deyip çıktık, sohbette “vizem yok, gemi de gitti, bu cenazeyi nasıl alıp götüreceğim” dedim.
“Sen bunu hiç düşünme! Vizeni çözeriz. Şimdi ülkene göndereceğim seni, Hayriye Anne bana emanet.”
Şaşkınım, soruyorum kendime; “Hüseyin ilk kez gördüğün bir adama nasıl güvenirsin?” diye.
Manolis devam etti;
“Sizde çok kıymet verilen kendinden büyük insana ne denir?"
“Abi” deriz. Manolis de “İzninle ben size “Abi” diyeceğim artık” demez mi?
Uzatmayayım uçakla Atina’ya geldim. Bir yandan da ağlıyorum, “45 yıllık karını ellerin elinde nasıl bıraktın” diye. Rezervasyonumu yaptırdığı otele geçtim, girer girmez Manolis’ten telefon;
“Abi rahat geldin mi? Sakın otelde yememezlik içmemezlik etme. Saat başı arayacağım seni.”
Ertesi gün İzmir’deyim, alanda anons ediliyorum alanda. Yine Manolis;
“Anneyi düşünme, cenaze pazar günü geliyor.”
Pazar günü cenazeyi almaya gittik, gelin gibi süslenmişti cenaze,
gözyaşlarımı tutamadım.
Ertesi gün, camideyiz. Telefonum çaldı, arayan yine o; Manolis.
Eşimi defnettikten sonra bu kez ben aradım Manolis'i .
“Kardeşim Manolis! En acı günümde yanımda oldun. Söyle bana senin için ne yapabilirim?”
Yanıtı; “Bunları düşünme, beni kardeşinin yerine koy. Ama birşey yapmak istiyorsan methini çok duyduğum İzmir Kordon'unda bana rakı-balık ısmarla; ödeşiriz.”
Ne dil, ne din, ne ırk hiçbir şey dinlemiyor. İnsanlık başka bir olay.
Yunanistan Dışişleri ve Kültür bakanlıklarına, elçilik ve konsolosluğa, Girit Valisi'ne, Girit Belediye Başkanı'na birer mektup yazdım. Dedim ki:
“Sizin işte böyle bir vatandaşınız var, onunla gurur duyun.”
Acıyla dostluğu birarada yaşamak böyle bir şey işte!
XXX
Öyküyü okuduktan sonra bir de Atina’da
kömüre dönmüş bebelere bile gözlerini kapatıp…
Sözleşmiş gibi; “ateşiniz bol olsun”, “gebersin Yunan tohumları” diyen -insan kılıklı- kindarlıktan beslenen yobaz ırkçı faşistleri düşünün...
Nihat Behram’ın benzetimiyle, “İnsanlığa düşmanlığın en karanlık kuyusundan” çıkıp gelen,
onur yoksunu vicdansızları.
Bizim yüreğimiz ağlarken, kurumuş yüreklileri...
Acıların ortak olduğunu unutanları düşünün...
XXX
Yunan Meslektaşımız Sevgili Alekos Papadopoulos’un
gönderdiği mesaj herşeyin özetiydi:
“Yangınlar söndü. Yaralar geç söner, bazıları hiç sönmez. En vahşi hayvanlar bile eminim utanır bu nevi hislerden.”
Hiç sanmam Alekos, hiç sanmam. Utanmazlar...