“Yaşamak;
Teslim Olmadan,
Boyun Eğmeden,
El Etek Öpmeden
Yaşamaktır..."
(NAZIM HİKMET)
Tarih; 27 Aralık 1939...
Erzincan’da 7.9 şiddetinde depremde cezaevi de yıkılmıştı.
Cumhuriyet Başsavcısı İzzet Akçal, mahkûmları felaketzedelerin yardımına göndermiş çok sayıda vatandaşın kurtarılmasına sebep olmuştu.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ydü.
İsmet Paşa Erzincan’a geldiğinde Savcı Akçal’ı da çağırıp takdir etmişti.
**
"Dünya Şairimiz"
Nazım Hikmet de Çankırı cezaevindeydi.
1940 Aralık’ında Bursa’ya nakledilir şair.
11 yıllık hapisliği buradadır…
Bir gün yeni bir savcının atandığını duyar.
O savcı İzzet Akçal’dır!
Akçal da Nazım şiirlerinin hayranıdır.
Cezaevine geldiğinde
ilk iş olarak şairi ziyaret eder, güneş görmeyen odasının değiştirilmesini sağlar.
**
Şair Gazeteci Yazar Mehmed Kemal;
“Celal Bayar Efsanesi ve Raftaki Demokrasi” isimli kitabı yazarken İzzet Akçal ile buluşmuştur.
Akçal bu söyleşide
Nazım Hikmet’e dair hatıralarını yazara şöyle anlatır:
“Nazım Hikmet çok büyük bir insandı.
İnsanlığı birçoklarınca anlaşılamadan gitti.
Büyük bir şair ve sanatkâr olduğunu bildiğimizden, onu hapishanede hoş tutardık.
Bir gece yarısı bir toplantıdan dönüyordum. Hapishaneye uğrayayım, bir bakayım istedim Nazım'ın koğuşundan tık tık daktilo sesleri geliyor. Ortaçağdan kalma, eski bir yazı makinesi vardı. Harfleri kopuk, çok gürültü çıkaran bir makineydi.
O makinede ondan başka kimse yazamazdı.
Gece yarısı olmuş, hâlâ çalışıyor.
‘Kolay gele’ dedim.
Şiir yazıyordu.
‘Hoş geldiniz Savcı Bey’ dedi.
‘Bu saatte hâlâ buralardasınız?’.
‘Görev yapıyoruz. Bakıyorum, sen de uyumamışsın!’.
Biz de görev yapıyoruz. Şiir yazıyorum.”
**
Devam eder Akçal:
“O sıralar Kuvayı Milliye Destanı’nı yazıyordu. Biliyorduk ne yaptığını, ne yazdığını...
Nazım çalışırken şiirlerini küçük küçük kâğıtlara yazar, sonra temize çekerdi.
Beğenmediklerini de avucunun içinde ufalar çöp sepetine atardı. Bizimkiler, ortalığı temizlerken çöp sepetine attıklarını, onun haberi olmadan alırlar bana getirirlerdi.
Ben de bunları saklardım, hem de ne ile uğraştığını bilirdim.
Nazım bilmez miydi? Bilmediğini sanıyorum. Bilse kâğıtları ufalamaz. Çok küçük parçalara böler yırtardı.
Hepsini saklamıştım.
Bu kadar büyük bir adamın hiçbir şeyinin yitmesini istemiyordum.
Kimsede olmayan şiirleri bende vardı.
Durmadan şiir yazardı. Bazen çağırırdık, kahve söylerdik, o da yeni şiirlerini okurdu.
Tok, gürül gürül bir sesi vardı.
Bir ara hastalanmıştı. Rapor almıştı. İstanbul'a göndermemiz gerekiyordu. Bakanlığa yazdım.
Adliye Bakanı Fuat Sirmen’di.
Telefonla beni aradı. ‘Hastalığı gerçek mi?’ diye sordu.
‘Elbette gerçek” dedim. Kendisini İstanbul’a Cerrahpaşa’ya gönderdik. Orada uzun süre tedavi edildi.
Sonra ben milletvekili seçildim.
Adalet Komisyonu’nun af yasası hazırlığında ben de çalıştım.
Öyle maddeler koyduk ki, Nazım'ın affı da sağlandı.”
**
Nazım Hikmet,
aydınlıkla karanlığın savaşında önemli bir kilometre taşıdır.
Bir ömür o kocaman yüreği dostluk, sevgi, kardeşlik, barış ve doğa için çarpmıştır.
Ve o karanlık onun yaşamını alt üst etmiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın en güzel destanını yazan şairimizin ömrü;
takipler, gözaltılar, işkenceler, adliyeler, hapislikler, sürgünlerle geçmiştir.
Son eşi Vera,
“Bahtiyar Ol Nazım” kitabında bu trajediyi dillendirmiştir.
Umutla, ümitle sıralamıştır dizelerini "Mavi Gözlü Dev"...
Onun
“Öldüğüme yanmam da, buralarda gömerler, ona yanarım…” cümlesi, hep içimizi yakmıştır.
O;
büyük düşüncelerin parçası!
O;
Yaşamayı ciddiye alan. İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla. Karlı kayın ormanında sarı sıcak bir pencere... O;
Gülhane’de sırdaş bir ceviz ağacı, fakat artık ümit yetmiyor şarkı dinlemek değil şarkı söylemek isteyen, dört nala gelip yerleştiğimiz kısrak başı Anadolu’muzun hasretliği!
O;
“büyük insanlığın toprağında gölge yok sokağında fener, penceresinde cam, ama umudu var büyük insanlığın, umutsuz yaşanmıyor”u “Memleketimden insan manzaraları”nda anlatan…
**
Şiirlerini besteleyerek marş haline getiren Livaneli,
“Nazım Türk dilinin en büyük şairleri galerisinde Yunuslar’ın, Şeyh Galiplerin, Bakileri, Nef’ilerin, Pir Sultanların yanında yerini aldı” der.
Çok doğrudur bu tespit.
Peki ona acıları çektirenler, ona yazık edenler;
onu ana dilinden, memleketinden hasret öldürenler!
Hepsi çöp sepetindedir bugün!
Ama Nazım yüreğimizde, gönlümüzde, içimizdedir.
**
Savcı Akçal’ın ifadesiyle; Büyük İnsan Nazım!
“Bir geniş, Bir büyük ‘merhaba’ demek, Sonradan bitirmeden sözümü,
Yüzünüze bakıp gülerek,
Kurnaz ve bahtiyar,
Kırpmak gözümü…”
Bir göz kırpmak sıcaklığında Merhaba Nazım.
Merhaba Büyük İnsan,
Sol Meme Altındaki Cevahiri Karartmayan Büyük Şair.
Merhaba…
O “kesesinde olmayınca yüreğinden veren ozan.
“Yarin yanağından gayri her yerde her şeyde beraberiz diyebilmek adına”;
Merhaba…
Elbette, “Topraktan , ateşten ve demirden doğanların en mükemmeli doğacak bizden”
Nazım Baba...
Merhaba Nazım Hikmet Merhaba…