Geçen hafta dostumuz Gündüz Badak’ın ölümünün ardından kaleme aldığım yazının üzüntüsünü atlatamadan, bu kez çocuk yazınının ve gülmecenin büyük ustası Muzaffer İzgü için hüzünlü bir yazıyı kaleme almak bana zor geliyor. Ne ki onu yazmadan da geçmem olanaksız.
Evet ayraç açıldı, 29 Ekim 1933 yazıldı başa. Araya 84 yıllık bir yaşam girdi. Yoksulluk, açlık, sıkıntı, telâş… Sonrasında yapılacak ne iş varsa ona bulaşarak; bulaşıkçılık, garsonluk, pamuk işçiliği, seyyar satıcılık… Bitmedi okuma ereği, düş kurma, öğrenme, öğretmenlik…
“Doğdum, okudum, düş kurdum, yazdım…” Her şeye karşın yaşama inançla, inatla tutunan bir savaşımcı Muzaffer İzgü’yü özetleyen sözcükler. Ardı sıra yazma eylemi; öyküler, oyunlar, romanlar, kitaplar… Bu dünyada işim bitti der gibisine, tutkuyla bağlı olduğu eşinin ayrılışına daha fazla dayanamayıp 26 Ağustos 2017’de kapattı ayracı. Anılar, anlatılar, sevgiler, yapıtlar bırakarak… Onu amca, dede, ağabey, arkadaş diye bağrına basanlara, sevenlere inat…
Salt güldürmek için değil; gülerken de düşündürmeye, toplumsal çarpıklıklara, yanlışlara, çirkin ve kirli oluşumlara, Anadolu insanının sorunlarına duyarlılığa da çağrıydı yazdıkları. “Gülme olayı bende amaç değil, araçtır. İzleyeni veya okuyanı kime, neye, niçin güldüğünün ayırdına vardırtmaya çalışırım. İzleyicimi, okuyucumu edilgen değil, etken yaparım. Güldürürken düşündürmek en büyük amacım.” (Berfin Bahar Dergisi, Nisan 2010, Etem Oruç’la yaptığı söyleşi)
Çocukların Muzaffer amcası, Muzaffer dedesidir o. İçinde hep bir çocuğu büyüterek, çocukların dünyasına girerek yaşadı, yazdı, paylaştı. Onları kazanmak, onlara aydınlanma yolunu açmak ereği güttü hep.
Ne diyordu söyleşilerinde, toplantılarda büyüklere çocukları için? “Onlara düş kurduracaksınız. Dilinizin zenginliğini işleyeceksiniz. Onlara paylaşmayı, sevgiyi, güçsüzden yana olmayı, üretmeyi, emeğe saygı duymayı, kendine güvenmeyi, doğayı sevmeyi, korumayı, Atatürk’ün ışığından yararlanmayı öğreteceksiniz.”
Bir yazar, bir sanatçı, bir kültür insanının sorumluluğu, duyarlığıdır bu.
Ölmeden iki gün önce evine gitmiş, birkaç sözcükle, bakışla konuşma olanağı bulmuştuk. Hüzün, umarsızlık, umutsuzluk sarmalında… Bizden sonra Mavisel Yener ve kütüphaneci Aydın İleri “Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği Onur Ödülü”nü Muzaffer İzgü’ye vermek üzere gitmişler. Hasta yatağında aldığı son ödülün fotoğrafını da gazeteci, yazar Bekir Yurdakul dostum çekip paylaşmıştı hüzünle.
Bu yılın başlarında Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde Vefa İstasyonu’nun konuğuydu. Dostları Yunus Bekir Yurdakul, Hidayet Karakuş, Hüseyin Yurttaş, öğrencisi Mehmet Genç ne güzel anlatmışlardı İzgü’yü.
Duygu eylemiyle dinlemiş, alkışlamıştı onları. Kısa konuşmasında yazma erdemini, çocuklara duyduğu sevgiyi, özeni, güveni, yaşamla bağını özce anlatırken, sanki bu dünyada yazma ve yaşama adına her şeyin üstesinden geldiğini de sezdirir gibiydi.
İyi ki ölmeden bu etkinliği düzenlemiştik, iyi ki onun mutluluğunu paylaşmıştık diyorum şimdi. Bir yazın, sanat, kültür insanını ölmeden önce anmak, yapıtlarını paylaşmak, kitlelere anlatmak da çok önemli, anlamlı gelir bana. Sanırım Muzaffer Ağabey de bu erinci, gönenci yaşarken tattı.
Şimdi Alsancak’ta adının verildiği Muzaffer İzgü Sokağı’ndan geçerken, bir kafede oturup çay, kahve ya da bira içerken, onu ne çok özlediğimizi ayrımsayacağız, gülümsemeler çoğaltacağız, anılarını paylaşacağız diyesim var.
Cenazesi Alsancak Hocazade Camii'nden uğurlanırken, alkışlar, karanfiller bu büyük gülmece ustasına saygının, bağlılığın, sevginin ne denli güçlü olduğunun göstergesiydi elbet.
Güle güle Muzaffer İzgü; aydınlığın, ışığın, yıldızların çok olsun. Yapıtlarınla daha bir çoğalacağız.