Yurtiçindeki gelişmelerin peşinde koşmaktan, dünyadaki değişimleri yeterince değerlendiremiyoruz. Esasında iki olay da iç içe girmiş zigon gibi...
Rusya-Ukrayna savaşı yeni bir evreye girmek üzere. Savaşın başından beri Ukrayna’nın yanında yer alan Amerika ve Batılı ülkeler uyguladıkları ambargo ve silah desteği ile Rusya’yı “köşeye” sıkıştırmaya devam ediyorlar. Hatta son günlerde artan uçak ve tank sevkiyatı ile bunu üst düzeye çıkardılar. Bu durum Rusya’nın ağır kayıplar vermesine neden oluyor. Cepheye asker sevk etmekte zorlanan Rusya, açığını Wagner yönetimindeki paralı askerlerle kapatmaya çalışıyor. Bunun yanı sıra sınırlarına Batı’yı hedef alan “nükleer güç” yığmaya başladı. Cephedeki olumsuz gelişmeler Putin’in konumunun sorgulanmaya başladığını gösteriyor. Bunun ilk farkına varan Çin’in bir süreden beri iki tarafı bir barış masasına oturtma çabaları bugüne kadar bir sonuç vermedi. Çin, Putin’in ülke içindeki konumunu güçlendirmek için nükleer güç kullanmasının “lokal’’ kalmayacağının, çıkacak çatışmaların başta Pasifik’teki güç dengesine yönelik gelişmelere nükleer güç kullanımına yol açacağını öngörüyor. Aynı şekilde olayın Hindistan, Afrika ve Güney Amerika’da da “hegemonik” yansımalara yol açabileceği tarafların öngörüleri arasında.
***
Bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin konumu ne olacak? Soru bu. Ekonomik ve sosyal açıdan Batı’dan uzaklaşan, İslami bir zemin üzerinde Ortadoğu’da etkin olma hedefi olan NATO üyesi Türkiye, nükleer bir savaşta ilk hedefler arasındadır. Putin’in var olma kavgası vereceği bir ortamda ikili ilişkiler ne derece etkin olur? Putin’in Ankara, ABD dışişleri bakanının Pekin ziyaretleri bu açıdan son derece önemlidir. Türkiye dış ilişkilerini yeniden değerlendirmek zorundadır. Bunu yaparken yurtiçinde birliği sağlamalı, yönetim ötekileştirme politikalarını bırakmalıdır. Bu açmazdan en az zararla çıkmanın yolu budur.