Masal, öykü, söylence, efsane, mit, hayal gücü... Ah ne güzel; bunlar sanatı, yazını besleyen, yaratıcılık kavramına eş olgular diyorum Gerence Koyunda denizin dalgalarıyla oynaşırken.
İnsanın var olduğu zamanlardan bu yana eskimeyen, düşle, imgesel bağlantılarla önemini koruduğu kavramlar... Eski çağlardan, ilkel yaşamlardan, inançlardan gelen mit, insanı dün olduğu gibi bugün de ilgilendiriyor.
Mitos’un Yunancada söz, öykü, masal anlamına geldiğini biliyorsunuz. Çok eski çağlarda, ilkel insan topluluklarının evreni, yeryüzünü ve doğa olaylarını kişileştirerek yorumlaması olduğunu da…
Onun için sözcük anlamı “söylence bilimi”ne de denk gelen mitolojinin, ilkel insanların, insan üstü varlıkların başından geçen masalsı olaylarını merakla izliyor olmamızın açıklaması gizin, gizemin, doğa üstü oluşumların etkisinden kaynaklandığını da söylemek olası.
İnsan beyni tasarlamaya, kurguya, imgeleme, bulguya, ütopyaya açıktır. Sanat, yazın bu bağlamda bunların hepsiyle buluşur. Gözlerinizi kapayın; sayacağım şu adları yaşanılan ortamla, olaylarla anımsayın bakalım: Aphrodite, Apollon, Amor, Aşil, Hades, Eros, Narkissos, Odysseia, İlyada, Dionisos, Ares, Hera, Artemis, Daphne, Helen, İsis, Niobe, Paris, Troya, Zeus…
Bilgilerimiz, okuduklarımız bizi nice mitolojik yaratıklarla, savaşlarla, tanrılarla, tanrıçalarla, çalgılarla, eşyalarla buluşturur değil mi? Bu adlar, bu adların belirlediği olaylar şiirle, yazıyla, masalla, romanla, öyküyle karşımıza çıkınca, gizemli yolculuklarımız da başlar. Söylenceler tarihinde iz bırakan bu kimlikler merakımızı kamçılar…
Birçok uygarlığın yaşama alanı bulduğu Anadolu’muz da mitolojik, söylencesel nice öyküyü, destanı taşımıştır günümüze. Bu anlamda Sabahattin Eyüboğlu Anadolu kültüründe mitolojik olguların ne denli yerli, ne denli bizden olduğunu vurgular: “Fetheden de biziz artık, fethedilen de. Eriten biz, eriyen de. Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz malımızdır bizim.” (*)
Bunları yazan Eyüboğlu kültürü, miti, uygarlığı, söylenceyi barındıran Anadolu’nun ellerin, yabancıların “gel zaman git zaman bizden aldıklarını bize satmışlar” diye de dövünür. “Boğaz’da, Kazdağı’nda, Beşparmak dağlarında en güzel efsaneleri biz pişirmişiz, eller kotarmış. Anadolu uşağı Homeros’u bir biz kalmışız benimsemedik. O Homeros ki gönlünün bütün sıcaklığını Anadolu’ya vermiş, Troya’yı yıkanlara karşı için için duyduğu öfkeyi bütün baskılara rağmen belirtmiş, en ondan övdüğü Akhilleus değil Hektor olmuş.”
Sözlü edebiyatın halk arasında oluştuğu düşünülünce, mitolojiyle sözlü edebiyat arasında yakın bir ilişki olduğunu düşünürüm. Sanatın işlevsel ürünü olan şiir de mitolojinin kendini duyumsatmıştır hep. Esin ve ekin kaynağı da olmuştur nice şairin…
Söylencesel ögelerden de yararlanan şairlerimiz Nâzım Hikmet, Yahya Kemal Beyatlı, Şükûfe Nihal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Ömer Defne, Mustafa Seyit Sutüven, Hasan İzzettin Dinamo, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat, Behçet Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal, Can Yücel, Behçet Necatigil, Arif Damar, Mehmet Başaran, Edip Cansever, Ahmet Oktay, Cengiz Bektaş, Ali Püsküllüoğlu, Hilmi Yavuz, Özdemir İnce, Ülkü Tamer, Oğuz Tansel, Güven Turan, Lale Müldür, Enis Batur, Sina Akyol, Tuğrul Tanyol, Hüseyin Ferhad’ı anmadan geçebilir miyim hiç?
Sahi ben de merakımla, düşsel çağrışımlarımla Bellek Pazarı kitabımdaki Bilisiz Tapınmacılar, Hititli Appu, Datça’da Ay Düğünü; Küşüm Çınlaması’ndaki İda’da Şiir Şenliği, Hititli Mavi Kuş şiirlerimi söylence rüzgârlarına kapıldığım zamanlarda mı yazdım ola?
(*) Mavi ve Kara, Sabahattin Eyüboğlu, Denemeler, Çağdaş Y., 4. Bası 1994,