İki milli bayramımız gibi bir de dini bayramı Kovit-19’ un nezaretinde evlerimizde geçirme
sabır ve dayanıklılığımızı test ettik. “Buna da şükür” diyerek ekleyeyim; geçmesine geçti, ama amiyane tabirle deldi de geçti.
23 Nisan’da çocuklarımızın, 19 Mayıs’ta gençlerimizin coşku ve arzularının üzerindeki yaraya tuz bastık o kadar…
Bizi biz yapan, rahmetli ana-baba ve sülalemizin kabirlerine giderek, üzerlerindeki toprağı
düzeltip, torunlarının gönderdiği çiçekleri bile koyamadık!
Ya çocuklara, Ramazan’ın o “baklava tepsisi”ni fırından alıp sıcağı sıcağına önlerine koyup tattırabildik mi? Ya kapıların zilini birbirleri ile yarışarak çalan “bayram çocuklarını” görüp ağızlarına bir samsa baklava sokup, ellerine de mendil içinde “bayram parası” ve şekeri tutuşturabildik mi?
Ah! O eski Ramazan bayramları! Ah o çocukluğumun eski bayram fantezileri, ah!
Eh! Elimizde akıllı telefonlarla, internetlerle bu bayramlaşmalarımızı “tele bayramlaşmaya”
dönüştürme zekamızı kullandık ya!..
Tele bayramlaşmalarımız, 23 Nisan ve de 19 Mayıs’ta pek öyle olmadı değil mi?
O iki gecede hepimiz buharı yükselen su kazanından fırlarcasına balkonlarımıza veya bahçelerimize çıkıp, İstiklal Marşı'nı ve marşlarımızı söyledik. Üstelik havai fişekleri özgürce göğe saldık…
Ve şimdi deneyimli olarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na, 30 Ağustos Zafer Bayramı'na
ve de Kurban Bayramı'na hazırlanıyoruz…
Bakarsınız o günlere kadar korona virüs bizim bu coşkumuzun ateşi ile eriyip gider. Dolayısı ile
bu “tele bayramlar” gelecekte bir anı olarak anlatılır…
***
Recep… Şaban … Ramazan derken, o da gelip geçti.
Bu bir bayramlık tekerleme… Ama nasıl geçti?
Bunu gidip ne Recep’e, ne Şaban’a ne de Ramazan’a sorun!
Bunu bu üç aylarda bir de 65 yaş üstü evlere tıka basa sokulanlara sorun.
Sanırım alacağınız cevap şu olur; O da geçti, ama deldi de geçti!
Bu hasret günlerine tabiki, sağlımızı ve halk sağlığını korumak için katlandık.
Tahmin ediyorum ki, bayrama girerken veya çıkarken anacağımız olumlu-olumsuz hatıralar da
olmuştur. İsterseniz dumanı üstündeki bir anımı anlatayım:
Arife günü kapımızın zili çaldı. Hayırdır inşallah diyerek kapının dikiz deliğinden baktığımda iki genç polis duruyor. Hoppala! Gelen davulcu değil, polisti! Bir dakikalık duraklama sırasında aklımdan gazeteci arkadaşlarımın tıklanan kapıları, sonra hapishaneye uzanan maceraları geldi. Hoş! Bunlar başımızdan gelip geçti, hatta savcılıkta ifade vermedim değil. “Ama olmaz ki, arife günü de bu olmaz ki?” diye mırıldandım. “Hoş! Zaten üç aydır evde kapalı değil miyiz?” diye de züğürt tesellisine sığındım. Ardından da eşimle helalleşmek bile aklımdan geçti!
Ya Allah, bismillah deyip kapıyı açtım. “Ünal Bey siz misiniz?” dedi iki genç polisten biri. Bana
A-4 ebadında beyaz poşet üzerindeki “Recep” yazısına gözüm ilişti! O heyecanla diğer yazıları
görememiştim. Sonra dikkatimi torbanın üzerindeki diğer yazılarda topladım.
Recep Tayyip, altında da büyük kırımızı harflerle ERDOĞAN ve üçüncü satırda da Türkiye Cumhurbaşkanı imzası ve de en altta da “Hediyedir” yazıyordu.
İçişleri Bakanlığı’nın, Emniyet Genel Müdürü'nün “Aman gelene dikkat, aldanmayın!” şeklindeki bilgilendirici notları aklıma geldi. İki genç polisi birkaç defa tepeden süzdüm. Biri anlamış olmalı ki, “polis kartını” çıkardı. Bir poşet de eşime imza karşılığında verdi. Teşekkür ettik Allah Devlete zeval vermesin diyerek torbaları ihtiyatla açtık. Kolonya ve maske vardı.
Görevli polisler cana yakın kişilerdi… 33 dairelik apartmanın bizim kattaki komşularımız da adeta
tetikteydi! Gazeteciyim ya, komşularımızın da içine su serpildi.
***
Bayram bitti, sıra açıklanacak yeni kararlara geldi. Daha doğrusu 65 yaş üstü ve 20 yaş altı
ile diğer gruplara uygulanan kararların kalkması, sokaktaki sosyal hayatın, yumuşatılmasında…
Takdir edersiniz ki, önümüzdeki resmi ve dini bayramlarımızı salgın ve yasaklarından arınmış
olarak mutluluk içinde kutlamayı özledik...
Ah! Bir de açılacak olan TBBM çatısı altındaki seçilmişlerin hakaret saldırısı da sona erse…
Ve ondan sonra gelsin, spor, siyaset, sağlık, ekonomi ve turizmdeki refah durumları...
Tabii ki, sınırlarımızdaki saldırılar, özellikle ABD - Rusya ve bunların şer ayaklarının ülkemiz üzerindeki oyunlarının kökü kazınmasını arzu ediyoruz. Neden olmasın, değil mi?