‘Tanıdığım en güzel insanlar yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş romantik ve anarşist olan insanlardır
Bu kişiler yaşama karşı geliştirdikleri kendine has takdir, direniş, duyarlılık ve anlayışla; şefkat, nezaket, bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla doludurlar. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar, onlar oluşurlar.’ demişti Elisabeth Kübler.
Bu güzel insanları bulduğumuz her yeni gün büyük umut aslında. İyi dostlar, gözleri gülen evlatlar, size aşkla bakan bir sevgili, sizi hep daha iyisini yapmanız için teşvik eden bir iş... Bunlar çok kıymetli. Para, şan şöhret, alkışlar, sanal beğeniler geçici, verdikleri haz uçucu... İnsana kalan yine insandır ve onun sevgisi elbette. Gerçekten olmak istediğiniz yerde ve kişinin yanında gözlerinizi açtığınız her sabah bir şölendir. Ama bazen buraya ulaşmak o kadar da kolay değildir. Yol sizi önce bazı yokuşlara sürer, düzlük onu aşabilirseniz gözükür ancak.
13 yıl önce bu vakitler İstanbul’da sivri topuklu ayakkabılarımla toplantıdan toplantıya koşarken kendime şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum: Gülşah, sen ne yapıyorsun? Senin hayalini kurduğun hayat bu değil ki. Sen kimin hayalini yaşıyorsun?
Evet, genelde insan kendine bu soruyu sesli sorduktan sonra iki seçeneği vardır. Ya hiç duymamış gibi yapıp olduğu gibi devam eder... Ya da köklü bir değişimi seçip, gereken bedelleri öder! Hesap biraz pahalı, yol biraz çetrefilli. Kolay olduğunu kimse iddia edemez, üstelik yolun sonunda sonsuz bir mutluluk ihtimali de var mı; bilinmez. Ama denemeden bilemezdim.
Ben yola çıktım, 13 yıl geride kaldı. İyisi kötüsü, kahkahası gözyaşı ile. Hepsi bana ait, hatalarım benim, yanlış seçimler benim. O zaman ödülü, kahkahası da benim. İyi ki yolu değiştirdim, iyi ki hayatımın altını üstüne getirdim ve edebiyata adım attım, bu 13 yılda 11 roman yazdım. Kendi hayalimi yaşıyorum artık; günahı sevabıyla... Ne zaman yolu yeniden değiştirmek istesem, cesur bir yol ayrımına gelsem; o ilk günü hatırlıyorum. Bir kere yaptım, yine yaparım. Bu hayat benim, bu hayat sizin... Hatalar insana dair… Hiçbir hata; ölüm dışında geri döndürülemez değil.
***
Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş bir insana tecrübeli denir, diyordu Freud. Tecrübeler insanın yüreğini katılaştırıp soğutmaya da yarayabilir. O yaraları başkası hissetmesin, diye daha zarif, düşünceli olmaya da sevk edebilir. Aslında her şey olaylara nereden baktığınıza göre değişir. Aynı olaya iki farklı kişinin bambaşka anlamlar yüklemesi bundandır. Kimi için felaket olan diğeri için verilmesi gereken bir sınavdır yalnızca. Şairin dediği gibi, en ağır bedeli en saf olan öder. Öder, geçer... Affetmek eğer duyguların sona ermesi ise, bırakalım yüreğimiz biraz soğusun. Elbet onu yeniden ısıtacak biri, bir olay, bir mekan olacaktır. Kalbi ferah tutmak önemli. Yoksa tecrübeli ama mutsuz olmak kaçınılmaz... Unutmayın bu yolculuk hepimiz için benzer engeller, engebeler taşıyor.
Tecrübeleri paylaşmak ise belli bir yaştan sonra ayrıca önem kazanıyor. Yazarlık eğitimlerime iş hayatından katılanlar genelde kariyerlerinde belli bir yere ulaşmış kişiler oluyor ve orada bulunma nedenleri, o yaşa kadar edindikleri tecrübeleri, yedikleri kazıkları, hayal kırıklıklarını, vazgeçiş ve kaybedişlerini yeni nesle aktarabilmek. Bu çok kıymetli bir çaba. Hem bu dünyadan ben geçtim, demenin asil bir yolu, hem de aynı hataları başkaları yapmasın, diye çabalamanın çok güzel bir versiyonu, ne dersiniz? Bu sebeple yazarlık atölyeleri, öylesine eğitimler değil. İçinde birçok farklı yolun ve sebebin bulunduğu, kendini fark ederek başkalarının kendisiyle bağını yeniden kurmasına ışık tutmanın etkin bir tekniği.