Hükümet kanadının ve her kademedeki yetkilerinin ilginç bir taktiği var. Benzer sözcüklerle, sabahtan akşama her fırsatta konuşmak, gece olunca da yerlerini her kanala serpiştirdikleri kalemşörler ile kelamşörlere bırakmak. Bilimden, birikimden ve elbette incelikten nasip almamış bu tipler; tarihe, gerçeğe ve nesnelliğe ihanet etmeyi doğallaştırarak, her konuda sallayıp durmaktalar. Patolojik sorunları nasıl bir geçmişe, bugünleri nasıl bir beklentiye sahiptir bilinmezler sürüsü, sabahtan akşama kadar, o kanal senin bu kanal benim dolaşıp durmaktalar. Şimdi iktidar (ve onun sağladığı tüm pervasız teminat ve olanaklar) güvencesiyle, onu bölücü, bunu Fetöcü, şunu hain ve demagojinin en iğrenç taktiğiyle din ve millet düşmanı ilan etmekten, hedef göstermekten ve ihbar etmekten kaçınmayan bu sürüye yanıt vermek, ya çelik gibi sinirlere, ya her birine şifa dilemeye, ya da acilen 112’yi arayıp son bir iyilik yapmaya bağlıdır.
Prototipleri 12 Eylül faşizminde vitrine çıkarılmaya başlanan bu sürüyü palazlandıran unsurların başında, din bezirgânlıklarına “Biz de Müslümanız” gibisinden iyi niyetli ama işin sonunun nereye gideceğini bilmeden yanıt vermeye çalışanların geldiğini hayli yazmıştık. Bu tiplere daha sonra, her tür ve cinsten liboşu, “yetmez ama evet”çisi, akili, sakili, pespayesi eklendi. Şimdi çoğu sudan çıkmış balık gibidir. Konuyu dağıtmayalım.
Bu gün, beş sözcükle sekiz saat konuşanlardan sıkılırsanız, kan ve gözyaşı akan bir kanala geçebilir, oradan da sıkılırsanız gerçeklik hissini paramparça yapan dizilere takılabilir, bunalırsanız soğanlar kızarana dek arabesk geçkinin ciyaklamalarını dinler, olmadı “kim kimi nerede…” merakınızı giderebilir ve nihayet “din-milliyet-mehdi ve reise yalakalık” mevzularını göbek dansıyla renklendiren hurileri izleyerek gecenizi tamama erdirebilirsiniz. Propaganda makinesinin bu işler için gayet iyi kurgulandığını söylemek, tutturulan çizgiden şaşmayan “ümmet mühendisliği”ni takdir etmek zorundayız.
İnkar et, çarpıt, kirlet, bilgi bulamacı yarat, her türlü kavrama ve değere takla attır, her şeyin senle başladığına inandır, bu saçmalıklara itiraz edenleri yok etmek için her şeyi yap, hedefine ulaşmak için her türlü cambazlığı mubah gör... “Ümmet Mühendisliği”nin taktik başlıkları bunlardır. Şimdi bütün bunları bir etik sorun olarak görmek ve esefle mahkûm etmek mümkündür, ama son derece cahilanedir. Çünkü bu cenah için bütün bunlar, bir etik çelişki ya da sorun değil, dünya görüşlerinin doğal ve makul tezahürüdür.
Ağdalı kibir, her daim salya sümük ağlaklık, bitmeyen mağduriyet, kof böbürlenme, dilde ve tavırda acımasız şiddet, ele geçirilen her alanı bırakmamacasına tırnak geçirmek, bendense beslemek-değilse hiçleyip yok etmek ve her türlü yolla yöntemle kitleleri paralize etmek, hukuk başta olmak üzere her şeyi kendine indirgemek, bu dünya görüşünün tipik davranış kodlarıdır. Her köşeye sıkıştığında, bir yobaz neden hep “Sol”a saldırır örneğin?
Bu taktik ve kodlamalar sayesindedir ki, 16 yıldır tüm olup bitenlerin içinden pir-ü pak çıkmışlardır. Kumpas davalarından her türlü tedarikçisi oldukları yobaz Fetö kepazeliğine, şeriatçı örgütlenmelerin ahlak ve vicdan yoksunu soygunlarından utanç verici tecavüzlerine, eğitim, bilim ve sanatta yol açtıkları harabiyetten dış politikadaki fiyaskolara, her biri istifa değil, sokağa çıkartamayacak utançlar, başka türlü nasıl buharlaşabilir? Şimdi bir ülkenin kendini koruma refleksi olarak girişilen Afrin harekatını, yalnızca bir cenahın ve onun temsilcisi olarak kendilerinin işi olarak gösterip, üstünden rant devşirme çabası da, bu zihniyetin bir tezahürüdür. Hep söyledik, bu cenahla aynı dili konuşmanız, aynı şeylerden söz ettiğiniz anlamına gelmez. Mesele, bu mühendislik girişimini çöpe atmak için, gerekli olan çağdaş, demokratik ve laik duruşu dillendirmek ve sergilemektedir. Onlar “kul” ve “ümmet”ten söz ederken, siz “birey” ve “toplum” diyorsanız, soru tüm çıplaklığıyla karşınıza dikilecektir: onlar gereğini yapıyor, ya siz?