Türkçesi baş dönmesidir. Sinir, stres, alkol, sigara koalisyonu marifetiyle yuvanızı
yapar. Ya da bedeninizi yuva kabul eder, bir daha da gitmez, ömür boyu birlikte yaşarsınız.
Sizden bol şeker, tuz, kafein ister ki, bitmez konukluğun keyfini daha da konforlu sürdürsün. Pek çok nedeni varmış, Karşıyaka’da bir acil servisin beyaz soğuk odasında söylediler.
Benimkinin nedeni, şimdilik sol kulağın su koyuvermesiymiş. Birkaç hastanede doktor yoldaşların kontrolü, içindeki taşların yer değiştirmediğini, bunun da iyiye işaret olduğunu gösterdi. İyi de, bir ömür boyu benimle yaşayacağını öğrendiğim bu baş dönmesini ne yapacağız? Doktor yoldaş, “Gerilmeyin, kalabalık ve gürültülü yerlerden uzak durun, kendinize yüklenmeyin" diye sıraladıkça, gülmemeye çalıştım.
İki seksen uzandığım hasta yatağının bir faydası, okuma ve düşünme olanağı tanıması
oldu. İhmal ettiğim köşe yazıları, her tıynetten televizyon kanalları, seçmece bunlar kesmece bunlar hezeyanları arasında dolaşırken, konu kendiliğinden belirdi. Tıbbi bir hastalık olan vertigonun, toplumsal yaşamdaki tezahürleri nelerdir?
Halkların ve yeryüzünün kadim öngörüsü ve önerisi olan “sol düşünce”yi, bir etnik
kimlik savunusuna indirgemekle başladı bizim vertigomuz. Durun ne yapıyorsunuz, halkların kimlik ve kişiliklerinin tanınmasını, onurlarının saygı görmesini anlatan “kurtuluş” kavramı; sınıfsal tanım olmaksızın, alt yapı-üst yapı ilişkileri ve diyalektik unutularak, feodal kalıntılar ve dinsel bağnazlık asal hedefe dönüştürülmeden tartışılamaz. O zaman “sol” bütün bunların üstüne örtülmüş bir şala dönüşür, koflaşır, gerileşir, başka bir şovenizme yardım ve yataklığa soyunur. Bu çığlığı bir türlü duyamamak, vertigoya davetiye çıkarmaktır. Dedik, ısrarla diyoruz.
Bilimi, aklı ve algıyı bu gerçeklere kapatıp, bütün bunları söylüyoruz diye bizi
faşistlikle suçlamak, bu kadar mı kolay? Bu tuzağa yuvarlanıp, halkları korkunç bir
çaresizlikle emperyalizmin oyuncağı haline getirmenin sonuçlarını görmek bu kadar mı zor?
Vertigo, işte bunlara yanıt verememektir. Katliamlarla, cinayetlerle, cehalet ve çapsız laf ebeliğiyle, coğrafyanın bir bölümünün cehenneme dönüşüdür. Onulmaz düşmanlık tohumlarının atıldığını görememenin, halklar arasındaki dengeli uyumun mahvolmasının ve nihayet büyük çaresizliğin adıdır vertigo.
Güray Öz’ün o yazısını bulup okuyun; “28 Şubat Üzerine Aykırı Görüşler”,
Cumhuriyet 2 Şubat 2016. Laikliği savunduğunu sananların, laiklik karşıtlarının değirmenine su taşırken, el birliğiyle onulması giderek zorlaşan vertigolara nasıl yol açtığını okuyun. Bu yazı, biraz da o yazıdan esinlenerek yazılıyor. Sürdürelim.

Hiç kuşku yok ki, bu vertigoya kendi baş dönmelerini ekleyen liberallerin,
bulunduğumuz noktada paylarını unutamayız. Laiklik karşıtı gelişmelere dur demek isteyen kitlelerin yanında mevzilenemeyen sol ile laikliği yalnızca yaşam tarzına saldırı olarak özetleyen, temelsiz hürriyet heyecanıyla olup biteni göremeyen liberallerin ittifakı, bugünkü ahvalin en büyük yardımcısı olmuştur. Bu belirlemelere, geçen hafta değindiğimiz mızmız flama taşıyıcıların, bayat slogandan öteye geçemeyen heyecanları da eklenirse, fotoğrafımız daha da netleşecektir. İklimin olgunlaştığına inanların, kendi aralarında başlattığı iktidar savaşlarından, her üç kesimin de medet ummasıysa, tek kelimeyle hazindir. Bugün liberal “yetmez ama evetçiler”in pişmanlık kelamları “günaydın!” demeyi ne kadar hak ediyorsa,
“sol” cenahtan yükselen “aydınlanma” çağrıları o kadar umut vericidir. Solun hayatı doğru okuması ve ihmal etmemesi, aklın ve bilimin gereğidir. Bu çağrıların, vertigolara inat ses alıp ses vermesini dilemeliyiz. Dilemekle kalmayıp, çaba göstermeliyiz.
Hasta yatağından şimdilik bu kadar. Haftaya konuya devam.