“Oyuncu yapısı ve güç dengesi bakımından, yakaladığı başarıya oranla, ülkemiz futbol takımlarından belki de en mütevazı olanı hangisidir” diye bir sual sorsam!

Zor soru, ne dersiniz? Ve belki de, birden fazla cevap seçeneği var gibi…

Peki, son sekiz yıldır mücadele ettiği 1. Ligimizde, rakiplerine oranla kat ve kat az para harcamasına rağmen ligde kalabilen, ligde kalmak yetmezmiş gibi, dört kez Süper Lige yükselme maçlarını kıl payı kaçıran, hak kazandığı bir keresinde ise final oynayıp, hemşehrisine son dakikada boyun eğen ekip desem… Ve eklesem; rakiplerine oranla yine kat ve kat daha fazla oyuncu alt yapıdan yetiştirip, üst liglere gönderen desem… Üst ligler yetmez, direkt Avrupa’ya ihraç eden desem…

Evet, İzmir’in köklü kulübü, şeytanlar mahlalı Altınordu

Çok kısa, geçen sezonun son 90 dakikasına dönelim;

İzmir’in iki köklü kulübü, son Süper Lig biletini ceplerine koymak için son maçlarına çıkıyorlardı ki, hem kadroların tecrübeleri, hem de teknik adamlarının tecrübeleri karşılaştırıldığında, Altay ekibi açık ara favorisiydi futbolseverlerin… Bir tarafta büyük para ve büyük umutlarla transfer edilen onlarca futbolcu ve başlarında, yaşamadığı beynelmilel turnuva deneyimi kalmamış, bir ucu Almanya, bir ucu İran, dahası üç büyüklere bile patronluk yapmış Mustafa Denizli, bir tarafta ise tamamı yerli futbolculardan oluşan ve yarıdan fazlasının yaşının yirmilerde olduğu, İzmir’in en işlek caddelerinden Kıbrıs Şehitleri’nde yürüseler, içlerinden birinin belki zorla tanınabileceği, başlarında da 3. Ligden beri takımın teknik direktörü olan ve fakat 1. Lig tecrübesi dışında başka tecrübesi olmayan Hüseyin Eroğlu…

Ancak, müsabakayı son derece şanssız bir şekilde, tamamen başa baş, kora kor bir mücadele etmelerine rağmen ve dahası son dakika denebilecek bir gol ile Altınordu kaybediyordu.

Altınordu, geçen yıl Süper Lig bileti alamamasına rağmen, ilk on birinin yarısından fazlasıyla, A takım kadrosundan on oyuncusuyla yollarını ayırdı. Bu oyuncuların dördü, sezon sonunda Süper Ligin yolunu tuttu. Üstelik biri de bu sezonun devre arasında Almanya’nın Süper Ligi olan Bundesliga’ya gitti. Geçen sezonun devre arası ve geçen sezon başında Süper Lige ve diğer liglere gidenler bu hesaba dahil değil!

Anlayacağınız, Türk Futboluna, her sezonunda, inanılmaz sayıda ve yetenekte oyuncu kazandıran Altınordu, bu sezona da yepyeni ve tam anlamıyla hazır olmayan ve dahası alt yapı destekli bir takımla merhaba dedi. Öyle ki, kulübün lokomotifi olan A takım kadrosunun yarıdan fazlasının yaş ortalaması sadece 20… Fakat sezon, Altınordu için çok mükemmel ilerlemedi ve devre arasına toparlanma eğilimi ile girmelerine karşın, ikinci yarının ilk yedi maçından mağlup ayrılarak, ligin dibine demir attılar.

Peki, ne oldu da; bu kadar oyuncu kaybetmesine rağmen, diğer ekiplere/rakiplerine oranla, daha az parayla kendi yağlarında kavrulmalarına rağmen, ligin başından son haftalara girilene dek, bir avuç inanmışın dışında ligden düştü gözüyle bakılan Altınordu, hızlıca ve kendinden emin bir şekilde yükselmeye başladı?

Altınordu’ya bir paragraflık ara verelim ve birkaç yıl değil, tam 107 yıl öncesine, 1915 yılına, Birinci Dünya Savaşı cephelerinden Çanakkale’ye uzanalım;

İtilaf devletlerinin, ısrarla denizden geçerek İstanbul’a ulaşma çabaları, şanlı ordumuzun “Çanakkale Geçilmez” destanını yazmasıyla son bulmuştu. Son bir nefes Gelibolu yarımadasına asker çıkarma ve süngü süngüye savaşarak İstanbul’a ilerleme taktikleri de, yüz yılın dâhisi Mustafa Kemal Atatürk’ün, üstün komutanlık hünerleri sayesinde Gelibolu’nun Ege sahillerinde son bulacaktı itilaf devletleri için…

Öyle ki, en büyük çıkarmalardan birinin yaşandığı gün olan 25 Nisan 1915 gününde, Kumandan Mustafa Kemal askerlerine, “Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum.” emrini vermiş, askerlerini doğru ve yerinde taktiklerle yönlendirerek, Çanakkale’nin hem denizden, hem de karadan geçilemeyeceğini tüm dünyaya ilan etmiştir.

Günümüze dönelim;

Elbet ki, futbol sahada oynanır ve oyunu da futbolcular oynar. Ve elbet ki, onların performansları, her şeyden öte gibi görünür izleyiciye…

Peki ya içeriden bakınca?

Ülkemizde minik bir Brezilya var; İzmir’in Bornova’sının bir semti olan Çamdibi’dir orası… Ve sporcu yatağıdır. Öyle ki, hemen her evden, amatör/profesyonel bir lisanslı sporcu çıkar. Kimi yunus gibidir yüzer, kimi çita gibidir koşar, kimi kartal gibidir uçar, kimi sincap gibidir zıplar. İnanılmaz sporculuk hikâyeleri yazmıştır Çamdibililer ve yazmaya da devam etmektedirler. Altınordu serüveninin en başından beri teknik patronu olan Hüseyin Eroğlu da iyi bir Çamdibilidir ve Altınordulu çocukların, gençlerin başında, onlara verdiği teknik bilgi, moral, motivasyon ve taktikler ile inanılmaz bir hikâye ve hatta destan yazmaktadır.

Her ne kadar Süper Ligde deneyimi olmasa da, kurduğu/kuracağı ekibi ezbere bilen ve elindeki potansiyelden maksimum verimi almayı hesaplayabilen ve bunu almayı başarabilen bir teknik adam hüviyetindedir Hüseyin Eroğlu… Ve gelecek yıllar, O’nun için Süper Ligi dahi geçerek Avrupa’ya varacaktır.

Çanakkale’nin geçilmez olduğu gibi, Hüseyin Eroğlu’lu Altınordu’nun da yenilmez armada olacağı günler yakındır.

Dipnot; “Hey gâziler! Yürümek gerek. Niçin duralım?” Fatih Sultan Mehmet.