Davanın tutuksuz sanıkları arasında yer alan, Türk tiyatrosunun en önemli yönetmen ve oyuncularından, 79 yaşındaki Yücel Erten, ilerlemiş yaşı ve sağlık sorunları nedeniyle duruşma salonuna tekerlekli sandalye ile gelmek zorunda kaldı. Mahkeme heyeti, Erten'in bu durumunu göz önünde bulundurarak ifade işlemini öne çekti.

Savunmasına, "80 yaşında bir tiyatro sanatçısıyım. 60 yıl tiyatro sanatına hizmet ettim. Cumhuriyet değerlerini ve sanatı savunduk. 80’i aşkın ödülüm var," diyerek başlayan Erten, adeta bir ömürlük birikimini ve sanatçı kimliğini, üzerine atılı suçlamalara karşı bir kalkan olarak sundu.

'Şehir tiyatroları için kör kuruş almadım, masum bir huzur hakkıydı'

Yücel Erten, savunmasının merkezine, kendisini bu dava sürecine dahil eden İZBETON yönetim kurulu üyeliğinin arkasındaki nedeni koydu. İzmir'in 70 yıllık hayali olan İzmir Şehir Tiyatroları'nın kuruluşu için, dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından göreve çağrıldığını anlatan Erten, "Şehir Tiyatroları’nın kuruluşunu tamamladım. Görevde olduğum 3 yıl boyunca eserlerimin telif haklarından feragat ettim. Şehir Tiyatroları’ndan kör kuruş gelirim olmadı," ifadelerini kullandı.

İZBETON yönetim kurulu üyeliğinden aldığı ücreti ise "masum bir yönetim kurulu üyeliği ücreti (huzur hakkı)" olarak tanımladı. Bu ifadenin altını özellikle dolduran Erten, "Masum diyorum çünkü aldığım ücret, tiyatrodan bana bağlı olarak çalışan sanatçılardan daha az bir ücretti," diyerek aldığı paranın bir zenginleşme aracı olmadığını, sembolik bir nitelik taşıdığını vurguladı. Bu uygulamanın, Eşrefpaşa Hastanesi gibi belediyenin diğer kurumlarındaki uzman personeli kamuda tutabilmek için kullanılan bir yöntem olduğunu, kendisinin de sanat yönetmenliği görevi nedeniyle bu kapsama alındığını belirtti. En önemlisi ise, suçlamaya konu olan ve tartışmalı kooperatif sözleşmelerinin yapıldığı dönemde zaten İZBETON Yönetim Kurulu üyesi olmadığını kesin bir dille ifade etti.

'Tanımadığım insanlarla nasıl suç işleyebilirim?'

Savunmasının en can alıcı bölümünde Yücel Erten, "örgütlü suç" iddiasının kendi kişisel durumu açısından mantıksızlığına dikkat çekti. Davada yargılanan diğer sanıklarla olan ilişkisini net bir şekilde ortaya koyan usta sanatçı, "Tunç Soyer’i sanat bakışından ve çalışmalarından, Dr. Gaffar Karadoğan’ı ise bir tedavi sürecimden tanırım. Onların dışında beraber yargılandığım kimseyi tanımıyorum," dedi.

Bu beyanıyla, bir suç örgütünün parçası olma iddiasını temelden çürütmeyi hedefleyen Erten, "Tanışma fırsatı bulamayacak kadar yoğun bir sanatsal çalışma içerisindeydik. Tanımadığım, konuşmadığım, yazışmadığım birileriyle suç işleme imkanım yoktur," sözleriyle mantıksal bir savunma hattı kurdu. Bu ifadeler, bir insanın, fiziken ve sosyal olarak bir araya gelmediği, tanımadığı kişilerle nasıl organize bir suçun parçası olabileceğinin sorgulanmasını sağladı. Erten, hayatını sanata adamış bir insanın, 80 yaşında, anlamadığı ve içinde olmadığı bir kumpasın parçası haline getirilmesinin yarattığı hayal kırıklığını ve şaşkınlığı dile getirerek, mahkeme heyetinden beraatini talep etti.

Sındırgı'da büyük deprem olacak mı? 40 günde 10 binden fazla artçı
Sındırgı'da büyük deprem olacak mı? 40 günde 10 binden fazla artçı
İçeriği Görüntüle

Davanın seyrini değiştirebilecek bir ifade mi?

Yücel Erten'in hem kişisel saygınlığı hem de savunmasının içeriği, davanın genel seyrinde önemli bir etki yaratma potansiyeli taşıyor. Onun ifadesi, iddianamenin "herkesi aynı torbaya koyan" genelleyici yapısını ve sanıklar arasındaki ilişkilerin ve rollerin net bir şekilde ortaya konulması gerekliliğini bir kez daha gündeme getirdi. Bir kardiyoloji uzmanının, bir tiyatro yönetmeninin, bir müteahhidin ve üst düzey bürokratların aynı "suç örgütü" iddiasıyla yargılandığı bu davada, her bir sanığın rolünün, niyetinin ve eyleminin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği, Erten'in savunmasıyla daha da belirgin hale geldi.

Usta sanatçının tekerlekli sandalyedeki duruşu ve sanata adanmış bir ömrü referans göstererek yaptığı savunma, mahkeme salonunda bulunan herkes üzerinde derin bir etki bıraktı. Bu ifade, davanın sadece rakamlardan, sözleşmelerden ve teknik detaylardan ibaret olmadığını, aynı zamanda insan hayatlarına, onuruna ve itibarına dokunan son derece trajik bir boyutu olduğunu da hatırlattı. Yücel Erten'in davası, adalet arayışının sadece suç ve cezayla ilgili değil, aynı zamanda masumiyetin ve onurun korunmasıyla da ilgili olduğunu gösteren sembolik bir an olarak tarihe geçti.

Kaynak: HABER MERKEZİ