Evet sevgili okurlar yanlış duymadınız! Bir kaç gün önce basında yer alan haberlerde veya sosyal medyada da okumuş olabilirsiniz; Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) 1880 yılından bu yana en sıcak yılın 2016 olacağını açıkladı. NASA’ya bağlı Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü'nün (GISS) direktörü Gavin Schmidt, Nisan ayındaki kara ve deniz sıcaklığının, 1951-1980 yılları ortalamasının 1,1 santigrat derece üzerinde gerçekleştiğini açıkladı.
Bu yılın Nisan ayının 1880'den bu yana ortalama en sıcak dönem olduğunu ifade eden Schmidt, bundan önce en yüksek sıcaklığın 2014 ve 2015 yıllarında ölçüldüğünü kaydetti. Küresel bazda sıcaklık ortalamalarının Ekim 2015'ten bu yana her ay arttığına işaret eden Schmidt, bu nedenle 2016'nın 1880'den bu yana en sıcak yıl olacağını beklediklerini kaydetti
İklimlerin değiştiği bir gerçek. Şubat'ta bahar havası yaşarken, Mayıs'ta Nisan yağmurları benzeri yağışlar ve çöl tozlu havadan başımızı kaldıramadık. Ruhumuz sıkıldı. Geçen kasımda günlük güneşlik bir havada hala denize girdiğimizi hatırlıyorum. Sanırım artık bilim insanlarının mevsimleri yeniden düzenlemesi gerekecek! Şimdilik hava sıcaklıkları NASA’nın bu açıklamasını çok doğrular ölçütte gerçekleşmese de sonuçta NASA’da bilimsel gözlem ve verilere dayanarak bu açıklamaları yapıyor.
Tabii tüm bunların temelinde defaten diğer yazılarımda da yazdığım gibi Sera gazlarının özellikle de karbonun atmosfere fazla miktarda salınımı yatıyor.
Bildiğiniz gibi ülkelerin artık en önemli sorunu karbon emisyonlarını nasıl azaltacakları ve küresel ısınmayı nasıl 1.5-2 derece aralığında tutacakları. Yüzyılımızın en önemli 2 sorunu karbon ve enerjinin azaltımı. Bu nedenle de Fransa'nın başkenti Paris'te geçen aralık ayında gerçekleştirilen 21'inci BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı'nda (COP21) 196 ülke, küresel ortalama sıcaklık artış limitinin 1,5 ile 2 derece arasında sınırlandırılmasını içeren belge üzerinde anlaşmaya varmış, 22 Nisan'da BM Genel Merkezinde devlet ve hükumet başkanlarının da katılımıyla törenle imzaya açılan belge, bugüne kadar toplam 175 ülke tarafından da onaylanmıştı.
Ancak tabii ki sadece kağıt üzerinde anlaşmaları imzalamak yeterli olmuyor, bu sorunu çözebilmek için uygulamaları görmek lazım. Adaların ve kıyı ülkelerinin yok olmaması için gereken 1.5 derece farkı tutturabilmek için ülkelerin gerçekten fosil yakıt tüketiminden vazgeçmesi,yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi gerek ve şart. Ama ülkemize baktığımızda durum hiç de böyle değil ne yazık ki! Avrupa’nın 2. en büyük güneş enerji potansiyeline sahip ülkesi olmamıza rağmen, 358 MW kurulu gücü ile sadece potansiyelinin binde 12'sini kullanıyor.
Hala kömürlü termik santraller projelerini hayata geçirmeye ve Elektrik Piyasası taslak kanununda acaba bu santralleri nasıl ÇED kapsam dışı bırakırız diye maddeler koymaya çalışırken,karbon emisyonlarımızı azaltma konusunda açıkçası pek de iyimser değilim. Bu konuda haksız çıkmayı gönülden istiyorum.