Gazete ve televizyon vasfını yitirip parti bültenine ve kaba bir propaganda cihazına dönmüşlerin tuhaflıkları hariç, iktidar ve ortakları “düşük profil” bir seçim kampanyası sürdürüyor. Bunun birkaç nedeni olabilir: a. Seçimler nasılsa çantada keklik, atmosferi yükseltip muhalefete su taşımayın talimatı, b. Muhalefetin son dönemlerdeki “bel kıran” çalımları ile demokratik mücadele adına yakaladığı rüzgarların feci cereyan yapması, c. Başta Sayın İnce olmak üzere, Cumhurbaşkanı adaylarının sergilediği “yüksek profil” ile ezber bozan söylem ve tavırları, d. İktidar kanadının ve Cumhurbaşkanı adayının, söyleyecek yeni bir şeyinin olmaması, e. Sürprizleri bekleyin… Biz bildiğimiz yerlerden konuşalım.
Sayın Erdoğan’ın iki aşamada açıkladığı “bildiri” ve “manifesto”lar kurmaylarının, danışmanlarının ve metin yazarlarının başını hayli ağrıtacak bir içerikte. Daha “Bismillah” demeden, muhalefete “tamam” ve “sıkıldık” sloganlarını bizzat armağan ederek başlattıkları kampanya, kendileri açısından herhalde başarı sayılamaz. Öte yandan, 16 yıllık iktidar olmanın yükümlülüğü ve sorumluluğu, tüm vaat ve projeleri henüz ilk cümlelerinde “daha önce nerelerdeydiniz?” sorusuyla sıfırlıyor ki, yarattığı basınç öyle kolaylıkla geçiştirilecek ya da sulandırılıp çarpıtılacak gibi değil. “Millet bahçeleri” ve “Antarktika’da bilim üssü” kurmak gibi “fantastik” vaatleri bir yana koyacak olursak, ekonomiden etnografik ve demografik yaklaşımlara, insan haklarından bağımsız yargı sistemine dillendirdikleri her vaat, “Bunları biliyor ve düşünüyordunuz da, 16 yıldır neden yapmadınız?” sorusunun pençesine düşmekte. Dış politikadan emek dünyasına, spordan eğitime, hayatın her alanında 16 yıldır yaşanan tartışmasız egemenlik, TBMM’deki net üstünlük, tüm kurumlarıyla devletin işleyişini belirleyicilik; başarısızlık suçunu dış güçlere, iyi saatte olsunlara ya da habire ve nedense muhalefete yüklemeyi haklı çıkaramıyor. Her türlü muhalif duruşu, Türkiye Cumhuriyetini mahvetmeye and içmiş yobaz toplaşmalardan yalnızca biri olan FETÖ’ye bağlamak ise; bu kadar yandaş, paydaş ve mürit toplamayı başaran bir çeteleşmenin, ekonomik, siyasal ve toplumsal tedarikçilerinin topyekûn adalet önüne çıkarılmasıyla inandırıcılığını ve güvenilirliğini koruyacak bir argümana evrilmiş durumda. Öyle ya, bu ne menem bir girdaptır ki, komünistinden esnafına, profesöründen ev kadınına, yargıcından gazetecisine aynı kubura düşürebiliyor da, bir basamak sonradakilere zinhar dokunamıyor? İktidara düşen sorumluluk, bu rezaletin baş sorumlularını ülkeye getirmek, tüm suç ortaklarını ve tedarikçilerini tarihin ve adaletin önüne çıkarmaktır. 15 Temmuz gerici kalkışmasının hesabı sorulacaksa, henüz mürekkebi kurumamış 12 Eylül yargılamaları ve toplumsal vicdanı rahatlatmayan sonuçları, mükemmel bir içtihat olarak durmaktadır. Bildiri ve manifestoda, süslü sözler ve menkıbeler kadar, bu yoldaki kesin irade ve kararlılık beyanına da yer verilmesi beklenirdi. Meseleyi doğru okuma ve hukuka uygun davranma konusundaki muğlaklık, nereye kadar siyasi malzeme olarak kullanılabilir? Bu konu bile, bu seçimlerin ana maddesi olmayı hak etmiyor mu? Köşe bitiyor, virgül atmaya hazırlanalım.
Bu seçimde yalnızca milletvekillerini ve Cumhurbaşkanını seçmeyeceğiz. Bizzat iktidar tarafından dillendirilen bir toplumsal dönüşüm ile Türkiye Cumhuriyeti'nin yeniden yapılanması ve bundan sonraki yolculuğu hakkında “karar” vereceğiz. Ona üç kuruş ikramiye, buraya iki bahçe bir havaalanı, şu göstergenin iyileşmesi, bu katsayının yükseltilmesi didişmesine ayak uydurmak, alternatif sunmak değil, tam tersi toplumun dikkatini ana fikirden uzaklaştırmak, halkı esastan koparma çabalarına destek olmaktır. İktidar, acaba buna güvendiği için mi, “düşük profil” bir kampanya sürdürüyor? Elbette öyle yapıyor ve kendince haklıdır.
Muhalefete düşense, bu ülkeye dayatılan modeli ve altında yatan zihniyeti sergileyerek, tepeden tırnağa teşhir etmektir. Yakalanan rüzgârı ve doğan umudu çarçur etmeye kimsenin hakkı olamaz. Ekmek nasılsa bulunur, bizim derdimiz üstünde yiyebileceğimiz çağdaş, laik, demokratik ve hukukla onurlanmış bir ülkeye dairdir. Ötesi teferruat değilse, nedir?