Ülkenin en barışçıl, en neşeli, en medeni, Cumhuriyet aşığı ve demokrat insanlarının yaşadığı şehir burası.
Herkesin gözü bu coğrafyada.
Bu yüzden yıldızı kontrolsüz bir şekilde parlıyor.
İstanbul'u tuhaf bir karanlığa teslim ettikten sonra kiminle konuşsam İzmir'de iş ve ev arıyor.
İş bulma kısmında kendi istihdamını kendi yaratacak olanlara bir şey diyemem ama diğerlerinin pek şansı yok gibi.
Emlak kısmı ise maalesef şehir olarak hepimizin tadını kaçırıyor.
Kiralık ve satılık fiyatları uçtu gitti İzmir'de.
Saçmasapan rakamlar isteniyor artık.
Maaşlar İstanbul'un dörtte biri ama kiralar aynı! Nereye gidecek bu iş bilmiyorum.
* * *
Yıllarca "İzmir güzel ama köy gibi yea..." diyenlere ısrarla "bırakın biz bu halimizden memnunuz, köyüz ve köy kalkmak istiyoruz" derken korkularımız endişelerimiz buydu işte.
Büyüdükçe tadı kaçıyor güzel şehrimin.
Silüeti değişiyor. Gece hayatı dışarıdan gelen tuhaf eğlence hayatı anlayışı ile yozlaşıyor.
"Kıroyum ama para bende"ciler dört bir yanı sarıyor.
Sadece İzmir mi? Çeşme'yi, Alaçatı'yı gelin de görün şimdi.
Son bir yıl içinde irinli bir virüs gibi dev ışıklı tabelalar ve 5. sınıf müzikholle düğün salonu arası korkunç canlı müziklerin yapıldığı mekanlar sardı dört bir yanı.
Her kuytu köşe beton yığını...
Enginar tarlaları, zeytinlikler havuzlu site oldu.
Deniz kenarları çok katlı beton garabetlerle çevrildi.
İnşaat atıkları denize dökülüyor, çevre sakinleri kuş kadar canlarıyla bu doğa katliamıyla savaşmaya çalışıyorlar ama ne fayda!
Ah güzel İzmir, güzel Çeşme, canım yarımada...
Gözümüzün önünde parsel parsel satılıyor, yoz bir eğlence (!) hayatına teslim ediliyorsun.
Bakalım daha neler göreceğiz, endişeyle bekliyoruz.
YALNIZ DEĞİLMİŞİM
Geçenlerde kendi evimden başka yerde rahat edememe ve uyuyamama rahatsızlığımdan söz etmiştim.
Bu rahatsızlığın giderek agorafobiye varacağından endişe ettiğim bir seyahat korkusuna dönüştüğünü vs.
O yazıyı yazarken gerçekten çok mutsuz ve çare arayışı içindeydim.
Fakat yazı yayınlandıktan sonra öyle çok mesaj aldım ki, bu konuda epey kalabalık olduğumuzu bilmek beni epey rahatlattı doğrusu.
"Yalnız değilsin"le başlayan her mesaj beni hem sevindirdi, hem de yersiz endişe halimi sildi götürdü.
Evimden başka yerde rahat edemediğim için suçluluk falan duymuyorum artık.
Biz böyleyiz, bizi böyle kabul ediniz.
Evimizi seviyoruz, yapacak bir şey yok. Bir insana bağlanır gibi yuvamıza bağlıyız ve ondan ayrı kalmak istemiyoruz.
* * *
Ayrıca ev insanın mabedi... Evi yuvaya çevirmek sadece gidip İKEA reyonunu kopyalamak olmuyor. Eve eşya doldurmak değil, ruh katmak önemli.
Eve o ruhu giydirince de sanki bana ana kucağı! İçinden çıkmak demek, şefkatli ve güvenli kucaktan ayrılmak demek. O da öyle kolay olmuyor işte...
Neyse bir travmamı daha yardımınızla atlattım.
Derdimi söyledim, derman buldum. Kendimi böyle kabul ettim. Bu konuda kendimi suçlamamaya karar verdim.
Bazen sadece konuşmak, yazmak, kısaca paylaşmak bile şifalandırıyor insanı.
Bunu hep hatırlamak lazım.
GEZ-Mİ-YO-RUZ
Bu arada bizim gibi evinden kolay kolay ayrılmak istemeyenlerin oluşturduğu müthiş eğlenceli bir Instagram hesabı buldum: "Gezmiyoruz"
Okurken o kadar eğlendim ve yazılanları o kadar tanıdık buldum ki, şimdi sürekli hesabı kontrol ediyorum, yeni bir yorum düştü mü diye...
Bir bakın isterseniz :)