Yerini bile bilmediğiniz bir ülkenin vatandaşı olmak ister misiniz? Peki ya bu ülke dünyanın dışındaysa?
Böyle bir yer var ve adı Asgardia… Yeri sürekli değişiyor. “Yaşanılabilir bir doğası var mı?” derseniz yok ama oranın vatandaşı olma taleplisi çok. İşin ilginci buna en çok istekli olanlar da Türk vatandaşları. Web sitesine baktığınızda, haritada dünyanın neresinden kaç kişinin Asgardia vatandaşı olduğunu görebiliyorsunuz. Asgardia vatandaşlarının büyük bölümü İstanbul’da yaşıyor. Hatta yaklaşık 2 milyon nüfuslu Kocaeli’deki vatandaş sayısıyla 19 milyon nüfuslu New York’taki vatandaş sayısı neredeyse aynı. Uzay vatandaşı olma konusunda oldukça hevesli olmamızın dışında sanki sıkıldık… Vergilerden, ekonomi, adalet ve eğitim sistemin çökmesinden... Birçoğumuz batan gemiden kopmayla ilgili hayallerimizi bu fantastik ülkenin vatandaşı olarak gerçekleştiriyor ya da sanal bir tepkide bulunuyor gibiyiz.
İskandinav mitolojisinde Gökyüzünde tanrıların yaşadığı bir şehir olan Asgardia, Azeri asıllı ve Bakü doğumlu Rus iş adamı Igor Raufovich Ashurbeyli’nin bir projesi. Ve aslında dünyanın çekim alanına yerleştirilen 10 cm x 10 cm x 20 cm boyutlarında 2.8 kg ağırlığında her gün vatandaş sayısı artan küçük bir kutu.
Fakat bir gün Igor amca, bizim Suriyelilere yaptığımız gibi, “Vatandaşımız oldunuz, artık vergi vereceksiniz?” derlerse kayda değer bir nüfusu kalır mı bilmiyorum…

***

Tarih batan gemileri de ülkeleri de yazar… Eski Yunan’da Tanrıları yıkan ticarettir! Yunan şehir devletlerinin geleneksel egemenleri, asil aileler, Olimpos tanrılarına dayadıkları sırtları hiç yere gelmeyecek sanırken, deniz ticaretinin gelişmesi ile ortaya çıkan yeni güç sahiplerinin kündesine gelirler. Buna bir de politikacıların yanlış planlamaları eklenince ülkenin çöküşünü gelir. Bugün ne demek olduğunu unuttuğumuz demokrasi, eski Yunan’da güç savaşları sırasında halkın hem bu iktidar mücadelelerine hem de vergilere sesini yükseltmesiyle gelir. Gerçekten de Yunan halkının henüz her şeyini kaybedip köleleşmemiş olanları ürünlerinin 6’da 5’ini vergi olarak vermek zorundaydı. Ve kim başta olursa olsun durum değişmiyordu.

 



Halkın ayaklanmasına karşı iktidar sahipleri, soylular, zenginler hiçbir partiye, gruba ya da egemene bağlı olmamakla ün kazanmış Solon’a gittiler can havliyle, “Bize hakem ol, canımızı kurtar” dediler. Bütün Atinalıların sevdiği Solon, dünyada ‘sınıfları barıştırmaya’ yönelik ilk yasaların mucidi oldu işte o zaman. “Zenginler zengin olduğu için, yoksullar da namuslu olduğu için takdir ediyorlardı” der Plutarkhos onun için.

Zeytinyağı tüccarı ve şair Solon, ‘devlet adamı’ da oldu böylece. Halkın borçları silindi, köleleştirilenler özgür bırakıldı, miras hukuku ve bireysel haklar getirildi… Soylular da buna karşılık halkın kılıcından korundu. Artık soyları değil güçlerini zenginlikleri belirlemeye başladı. Solon yaptıklarını
“Dikildim onlar arasına
itirazlı iki tarlayı ayıran
bir sınır taşı gibi” diye bir şiirin de yazar.
Her dönemde buldukları koltuklardan vazgeçemeyenler olmuştur. Bu kişiler kendilerini görmeyip başkalarına, “Koltuk peşindeler” diye seslenmişlerdir. Sistemler zaman içinde tamamen tıkanabilir. Onu çözen, yine sistemin ortaya çıkmasına neden olanlar, yani halk olacaktır. Ve halk politikacılara değil Solon’lara yani devlet adamı olabileceklere güvenir.
Solon başka bir şiirinde şöyle der:

Buluttan karla dolu düşer.
Parlak şimşekten gök gürlemesi doğar.
Büyüklerin hırsı devleti uçuruma sürükler
Halk farkına varmadan müstebidin kölesi olur.
Pek aşırı güçleneni sonradan başlamak zordur.
Her şeyi vaktinde düşünmek gerekir