Okuduğunuz başlangıç yazı.

Üzerimde sevgiyle baskı kuran gerçek depremzede kardeşlerim yazmaktan vazgeçmeyeceğimi özellikle bilsinler. Çünkü 30 Ekim 2020 depremi Bayraklı’da “insanlığı da yıkan” bir felaketti. Aynı başlıkla çok yazı yazacağım bu ay. Son yazı da 29 Ekim’e denk gelecek. Öyle bir yazı hazırlayacağım ki, Cumhuriyet’in yıldönümünde “insan” olan herkes utanacak!

Neden hiddetliyim bu kadar? Çünkü ayıp kelimesini oluşturan harfler bile utandı da, şu felaketi ve riskleri dünya malı mülkü ve menfaati için “unutturanlar” unutmadı. Sadece iktidar ve unsurları da değil, Bayraklı’da siyaset yapan, İzmir’de her konuda ahkâm kesen, kalem oynatan, laf çeviren kim varsa gözümde sabıkalıdır. En iyisi de en duyarsızı da aynıdır geldiğimiz noktada nazarımda. Cumhurbaşkanından vekiline, müdüründen valisine kimse kusura bakmasın, dibine kadar yazacağım. Zira “yaşayan” benim!

Kaç insanımız öldü? Kaçını öğrendik? Yaralıyken ölenler, sakat kalanlar, öksüz yetimler, bir başına duruma gelenler? Ya da “kaybolan” oldu mu?

Deprem gününden başlayacağım… İsimlerle işim yok. “Onlar” kendilerini bilirler ve onları da hepimiz biliriz.

Ama şovları, şovmenleri, uzaktan bakıp yakındaymış gibi davrananları, riyakârları, gerçek mağdurları değil de yaratılan mağdurları abad edenleri, ortalarda her türlü itme kakmayı yapıp, kamera görünce “canım milletim, sevgili halkım” diyenleri… O emlakçıları, ev sahiplerini, bazı mekânlarda “yıkım ve enkaz pazarlığı” yapanları, onu bunu korkutanları, bilip de susanları, adına “esnaf kefalet” denen kurumun her şeyini kaybetmiş esnafa reva gördüğü zulmü… Hepsini yazacağım… Ama deprem bölgesinden gitme olanağı olmayanları bir başına bırakmayan o aydınlık yüzlü gencecik çevik kuvvet polislerinin insanlıklarını da yazacağım, kendine “amir” diyen edepsizin herkese potansiyel hırsız” muamelesini de… Parti ayrımı da yapmayacağım. CHP’de de “iyi kötü” vardı AK Parti de de “iyi kötü” vardı. Bir de “hiç olmayanlar” vardı. Mesela o günlerde duymadığımız birinin, iş “inşaata” dönünce ortaya çıkışını da, insanların barınma haklarını “açık artırmaya” sokuşunu da yazacağım.

Cuma günü ilk yazıyı okuyacaksınız. Sonrası da ardından gelir zaten. Depremi bizzat yaşamış, sesini duyuramamış tüm canları bekliyorum buraya. Bir ay boyunca bu köşede, her yazı günü depremzede yurttaşlarım olacak. E-posta adresimi de yazayım hemen, oraya yollayın: [email protected]

***

Tarihi Yapanlar, Tarihi 'YAZDIRANLAR'! (2)

Birinci yazıyı geçen köşemde paylaştıktan sonra ucundan da olsa “dost” ve “düşmanlarımı” bir kez daha tanımaktan gurur duydum.

Yine yazıyorum, yine tekrar ediyorum. Bendeniz “tarih” yazmıyorum “tarihe” kayıt düşüyorum. O kahrolası emperyalizm öyle bir kurgulamış ki tarihi, biz 15 Mayıs 1919’un acısıyla ve 9 Eylül 1922’nin coşkusunu içeriksiz konuşuyor, yazıyor, tartışıyoruz. “Mukayeseli metot” diye bir yol yok sanki.

İngiliz’in gazı, Venizelos’un tehlikeli hırsıyla bütünleşen “megalo idea” İzmir’i işgal etmiş. Ama bunun yıllar öncesi var. İngilizler, Yunan bağımsızlığında kimleri “megalo idea” yolunda eğitti? Geçtim…

30 Ekim 1918 ile 15 Mayıs 1919 arasında İzmir’e “avdet buyuran” öğretmen, misyoner, din adamı, işadamı, kızıl haç gönüllüsü, seyyah kılığındaki “İngiliz Yunan karışımı” dünya kadar kışkırtıcı neler yaptı acaba? İngiliz destekli propaganda da, bin yıldır birlikte yaşayan halkları birbirini boğazlamaya iten asıl sebep neydi? Geçtim…

15 Mayıs 1919 ile başlayan işgalde, resmi üniformalı işgalcilerle, sivil ve yerli bazı “aşırı” unsurlar İzmir’de “tam olarak” ne yaptı biliyor muyuz? İlk gün, Kordon ve hükümet meydanındaki katliamlar dışında, Türk mahallelerinde “arama” adı altında neler yaşandı? Neden tam olarak kayda geçmedi de, genellikle “zengin İzmirli Türklerin” kendi bakış açılarıyla yaratıldı işgal süreci tarihi? Neden Gaziemir’den Bornova’ya, Kadifekale’den Tepecik’e olan biteni, canını yitireni yıllardır onurlandıramıyoruz hiç düşündünüz mü? İşgal gününü sadece, o da 1974’de ilginçtir “Kıbrıs sorunu” çerçevesinde, Atina’daki Hrisostomos anıtına karşı dikilen “İlk Kurşun” anıtıyla sembolleştirdik? Başka? Başkası yok… Bu durum o kadar karışık ki, sene olmuş 2021, neredeyse yüz yıl geçmiş bu kanlı tezgâhtan, ama genç kuşlaklara yansıtabileceğimiz bir tek müze, sözlü tarih eseri yok… Geçmişi sorgulayacağımıza, “tuhaf” İtalyan, İngiliz, Fransız “ortaklıklarını” gün ışığına çıkaracağımıza, işgalde “işbirlikçilik” yapıp, levanten dostlarıyla, İngiliz ajanlarıyla kadeh tokuşturup kendi milletinin boğazlanmasına ses çıkarmadan yaşayıp, 9 Eylül’de de birden bire “millici” olanları ve yazdıklarını “kahramanlık” sayalım, öyle mi?

Saymıyorum işte! Böyle yazılan tarihi de tümüyle red ediyorum. Bu yazdıklarıma “kızan” varsa da, alayına “dondurma” yemelerini öneriyorum.

Neden yıllarca İngilizleri gizleyerek, İzmir’in işgalini sadece Yunan aklıyla olduğunu öğrendik okullarda?

Şu tarihi neden eklemeden, gizlemeden, değiştirmeden ne zaman yazacağız? Tabii ki cevabı hazır, tam bağımsız olduğumuzda!

Devam edeceğim… Hazırlığım 2022’ye ama “gerçek 100. Yıla”!

***

İZMİR TİCARET ODASI BAŞKANI’NDAN HABER VAR

Geçen yazıda İzmir Ticaret Odası’nın, bir önceki dönemlerinde yayımladığı önemli eserleri akıbetini sormuştum. Çok telefon aldım. Bilim insanlarından, araştırmacılardan, bazı yazar dostlardan. Örnekleri çok olduğu için tabii ki şöyle düşünmüştüm; O eserlerin girişlerinde eski başkana teşekkür olduğunu görmek istemedikleri için çözümü kitapları toptan kaldırmakta buldular. Öyle değilmiş…

Olay şu; “Birileri” gelip bu kitaplardan onar yirmişer alıp, oldukça fahiş fiyatlarla ikinci el kitap satan internet sitelerine satıyormuş. Gerçekten de artık “nadir” bulunan bu kitaplar online ortamlarda 400 liraya alıcı buluyor ortalama. Aslında bu sorun çok yaygın ve çözümü çok zor. Bu yüzden Ticaret Odası, çoklu almaları engellemiş ve çok doğru yapmış. Ardından da bu kitaplardan edinmek isteyenlerden “ilgi belgesi” istemiş.

Ticaret Odası bence, anlattığı gibiyse, çok doğru bir uygulama yapmış. Satırlarıma ilgi gösterip, nezaketle arayan Dilara kardeşime teşekkür ediyorum. Ama bana verilen bilgiye rağmen arama inceliği gösteren Oda başkanı Mahmut Özgener’e de teşekkür ediyorum. Gün içinde sanıyorum dört kez görüştük. Rahmetli babasından bahsettik, kayınbabası Kemal abimizin kulaklarını çınlattık. Ve önümüzdeki günlerde bir kahve buluşması yapmaya karar verdik davetiyle. Tabii bu buluşmayı sadece “kitaplar” çerçevesinde tutmam. Buluştuğumuzda da yazarım tabii ki. İzmir Ticaret Odası, İzmir’in belki de en önemli kurumlarının başında geliyor. O eski defterlerde, eski zamanlarda neler var neler. Bugün İstanbul’u kıble gören bazı İzmirli sermayedarlar, lütfedip yine oda yayını olan “İzmir Ticaret Odası Tarihi” kitabını okusalar anlarlar beni. TOBB’nin temeli dahi İzmir’dir. Benim derdim, bu tarihi odanın, kentin her anında varlığını hissettirmesi. Hatta mümkünse “yeni İzmirli” olan sermaye sahiplerini, kent aidiyeti anlamında eğitmesi. Zira işadamlarımızın, tüccarlarımızın çoğu eğitime muhtaç!

***

İKİ NOT…

- Üniversite öğrencilerinin “barınma” sorunları gündemden düşmüyor. Ama “eksik”. Ne yazık ki sayın ve muhterem siyaset erbabımız, ilçe ve il örgütleri, vekiller, belediye meclis üyeleri hiç olmazsa haftada bir gün semt pazarlarındaki etiketlere baksa, bu barınma sorununun “tek” sorun olmadığını, kökünün derin olduğunu anlayacaklardır. Kimse itiraz edemez ki Türkiye’de hayatı yaşamak çok ama çok pahalı. Ve ne yazık ki ülkemiz, “biri yer biri bakar” hallerini yaşıyor, görmek istemeyenler de “aldatma ve kandırma” siyasetinin hızını artırıyor.

- Bugün 1 Ekim… Deprem ve sonuçları ağır bastığı için “Cumhuriyet’imizin” doğum ayı olduğunu unutmuş değilim. Ancak ciddi bir “kimlik bunalımına” sokulan Türkiye’mde siyasi partilerden üniversitelere, basından medyaya, sivil toplum örgütlerinden yerel yönetimlere her yerde ve her alanda “kafa karışıklığı” hâkim. Aklımda bir çalışma var. Çevreme söylemeye başladım. Gelecek yazıda bunu paylaşacağım. Özellikle siyasi parti il başkanlarının ilgisini merak ediyorum doğrusu.