Güngör Tekçe’yi yitirdiğimiz haberini aldığımda, onu tanımlayacak tümce ne olabilir diye sordum, yanıtı yukardadır.

Her ölüm, bizi geçmişe sürükler. Çünkü her giden, aynı zamanda bir yaşanmışlıklar toplamıdır. Yaşanmamışlıklar, ihmal ve ertelemeler, “keşkeler” kısa zamanda onların önüne geçer. Böyle anlarda bizi avutan, “Hoşça kalın!” diyen sayesinde yaşanmış güzelliklerdir. Güngör Ağabey, onları yitirme acımızı yaşanmışlıklarla avutmamızı sağlayan insanlardandır.

Herkes kendi yüreğinden konuşur. Onu dile getirecek bir tarihe sahip değilseniz, elbette bu kolay değildir. Ama bunun için feodal bir yakınlığa da gerek yoktur. Gidenin bıraktıklarıyla tanışmışsanız, okumuşsanız, izlemişseniz ve de kadrini bilmişseniz, zaten tanışmışsınızdır. Örneğin bir şairin ölümü, okuyanların da yüreğine ateş düşürür. Güngör Ağabeyi yitirmenin ateşinden payıma biraz daha fazlası kalmışsa, 40 yıllık bir tanışıklığın ve üretimin hatırından, hatırasındandır.

Akademik anlamda, “dramatik yazarlık” eğitimi gören bir kuşağın ilk temsilcilerinden sayılırım. Mezun olduktan sonra “Size orada ne öğretiyorlar, kalem tutmayı mı?” sorusundan başlayıp, küçümsemeden meraka uzanan bakışların ve tavırların sağanağı altında yürümeye çalışmanın ne olduğunu merak eden varsa, bizim kuşağın temsilcileriyle konuşabilir. Size yorucu olduğu kadar eğlenceli, yıpratıcı olduğu kadar eğitici pek çok yaşanmışlık anlatacaktır. Benim ve yazarak var olmayı seçen her arkadaşımın şansı, bu yolculuğu kısaltan ve bizleri birer “emanet” gibi birbirlerine devredenlerdir.

Turgut Özakman, Özdemir Nutku, Suat Taşer gibi hocalarımız, “Eğittiğinin hayatından ve geleceğinden de sorumlusun” ilkesini unutmayan kutup yıldızlarıydı. İşte onlar sayesinde TRT ile tanıştım, “öğrendiklerimi” yaşayarak üretenlere devredildim. Basın Apartmanı’ndaki TRT İzmir dünyasına girmemin, fuardaki televizyon ve Kahramanlar’daki radyo stüdyolarının koridorlarını ikinci adres olarak kabullenmemin kısa öyküsü budur. Uzun hali de, ihmal etmemem gereken bir yazı ödevi olarak durmaktadır.

Güngör Ağabey, o dünyadan tanıştığım insanların başında gelir. Kemal Moralı, Bora Uçar, Tümay Dane, Leyla Atmacalar, Aytaç Şenel ve stüdyolarında masalarında üreten niceleri sayesinde, yıllarım öğrenerek, üreterek, kuram ile eylemin, düş ile gerçeğin, bilgi ile pratiğin ne olduğunu içselleştirmeye çalışarak geçti. Ölenleri minnetle, yaşayanları saygıyla, en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Radyoya verdiğim 8-10 sayfalık bir “Tatil Tiyatrosu”nu tam beş kez yeniden yazdırarak “işe başlatmaktan”, bir gün yazdıklarını “Bir okusana nasıl olmuş?” diyerek uzatarak onurlandırmasına geçen bir süreçtir Güngör Ağabeyli yıllarım. Titreyerek girdiğim odasından bir gün birlikte panelist olarak aynı masaya oturmaya, nihayet yüksek lisans tezimi “Radyo Tiyatrosu” konulu seçmekten birlikte “proje oluşturma önerisi” inceliğine yayılan harika bir zamandır dile getirmeye çalıştığım.

Sinirli, telaşlı, ciddi, her zaman işi çok, tanımayanlar için “huysuz”, tanıyanlar için “çocuk”, Galatasaray Liseli olmanın kültürü ile hayatı her şeyiyle solumayı harmanlayan, eli ayağı karıştığında kibriti silgiye sürterek yakmaya çalışan bir güzel insandı Güngör Ağabey. Bugün yaşı kemale eren ve yolu radyoya düşen herkesin bir Güngör Tekçe’si vardır. İzmir kent kültürü üstüne bir şeyler yazılacak ve içinde TRT İzmir olacaksa, ona çok özel sayfalar ayırmadan geçilemez.

“Ne çok insan konuşuyor içimde / Suretsiz / Bu dünyada yalnız siz mi yaşarsınız / Ya da siz mi ölürsünüz / Bu nasıl saygısızlık / Ağaçlara güneşlere kedilere” diyecek kadar “şair”, “Zafir Konağında Bir Tuhaf Zaman” gibi bir anı-romanı kaleme alacak kadar “yazar” bir insandı Güngör Ağabey. Onu okumamış olmak bir eksikliktir ve benim böylesi kelamları laf ola beri kullanmadığımı, en azından tanışlarım iyi bilir. “Keşkeler”den dem vurmuştum. Eksik kalanlar için de, hakkını bağışla Güngör Ağabey. Güray Abla’nın, yakınlarının, sevenlerinin, ona dair vefayı unutmayacak olanların ve güzelleştirdiği hayatın başı sağ olsun.