8 yaşındaki oğullarını uyutmak için saatlerce dil döken bir babanın isyanıyla karşılaştım geçenlerde. "Uyumak istemiyorum, çünkü büyümek istemiyorum" cevabını aldıklarında "uyumazsan büyüyemezsin" lakırdılarının boşa gittiğini anlayan zavallı anne ile baba göz göze gelmişler. O sırada çocuktan ikinci darbe gelmiş: "Büyürsem işe gitmem, para kazanmam gerekecek. O zaman sevdiğim arkadaşlarımdan, oyuncaklarımdan ayrı kalırım. Kimse bana hediye de almaz. Çocuk olmak daha iyi."
Arkadaşım, "En kötüsü..." dedi ve biraz durup düşündükten sonra ekledi: "Oğlumun haklı olduğunu düşünüyorum. Ben olsam, ben de büyümek istemem."
Valla al benden de o kadar...
***
Bitmeyen, tükenmeyen sorunlarla dolu dünyanın içinde nefes alan iki yetişkin birey olarak dertleşirken, "Peki sonra Ali'yi nasıl uyuttunuz?" diye sordum. Cevabı, "Bir kitap sayesinde" oldu... Çocuk kitapları yazarı Güzin Öztürk'ün 'Kuş Olsam Evime Uçsam' adlı kitabı ilaç gibi gelmiş. Kitabın kahramanı Beşir'in başına gelenleri dinleyen Ali'nin gözleri uykuya yenik düşmüş.
Güzin Öztürk, 2015 yılında bu kitabıyla TUDEM Edebiyat Ödülleri'nde birincilik almıştı. Geçtiğimiz günlerde de aynı yarışmada çocuk edebiyatı dalında 'Kar Kurdu ve Canavar' adlı kitabıyla ikinci oldu.
Çok iyi hazırlanmış bir organizasyonun parçası olan bu ödül törenini izleyenlerden biriydim. Açılış konuşmasını, 35 yılını TUDEM Yayın Grubu'nu bugünkü haline getirmek için çalışan, çabalayan İsa Aykanat yaptı. 70 yaşında yazdığı en güzel öyküyü, başarı öyküsünü kızı İlke'ye ve damadı Sinan'a bırakmanın keyfini yaşıyordu. 100'ün üzerinde çalışanı olan, 7'den 77'ye her okura ulaşmayı hedefleyen, yayıncılık sektörünün en önemli aktörlerinden biri olan TUDEM, edebiyat dünyasına da Güzin Öztürk gibi pek çok yazar kazandırdı. 14 yıldır İstanbul'da yapılan ödül törenini, son iki yıldır İzmir'de yapıyor olmaktan mutlu gözüküyorlardı. 35. yaşını kutlayan TUDEM'e ve İsa Aykanat'a nice sağlıklı, mutlu ve başarılı yıllar dilerim...
***
Yetişken edebiyatı kadar çocuk edebiyatı da çok önemlidir ve pek çok masal ya da hikaye bizlere gerçekleri anlatır. Benim ilk okuduğum çocuk kitaplarından biri Grimm Kardeşlerin 1800'lü yılların başında bastırdıkları eserin içinde yer alan 'Fareli Köyün Kavalcısı' adlı masaldır. Çocukken de beni çok rahatsız eden bu masalın, nasıl ortaya çıktığını öğrendiğimde hislerimin kaynağına ulaşmıştım.
Bildiğiniz üzere; kedileri kovulan bir köyü fareler basıp sokakları ve evleri istila ederler. İnsanlar onlardan bıkmışken, köye renkli giysileriyle bir adam gelir. Para karşılığında, kavalını çalarak köyü, farelerden kurtarabileceğini söyler. Teklifi kabul edilince kavalını üflemeye başlar. Sesin büyüsüne kapılan fareler, onun peşinden köyün yakınındaki nehre sürüklenir.Farelerin boğulmasıyla birlikte masalın mutlu sonla biteceği düşünülür. Oysa öyle olmaz. Sözünü tutmayan halkı, buna öfkelendiği için müzik aletini bir kez daha dudaklarına götüren kavalcıyı ve peşindeki çocukları görürüz masalda. Adam, tıpkı fareler gibi sesin büyüsüne kapılan çocukları köyün dışına çıkarıp sakladıktan sonra, geri dönüp parasını almak koşuluyla onları teslim edebileceğini söyler. Kendisine derhal, bir kese içerisinde çil çil altınlar sunulur. Ne var ki olan olur, köyden ayrılan adamın sakladığı çocuklar bir daha asla bulunamamıştır!
Köyü saran fareler… Bir Ortaçağ hikâyesi olan Fareli Köyün Kavalcısı dönem hakkında ince detaylar sunar. Avrupa’nın karanlık yıllarında kedilerin şeytanla özdeş canlılar sayıldığı biliyoruz. Kentleri farelerin basması ve vebanın yayılması, onların ortadan kaldırılmalarının doğal bir sonucudur. Bu çocuk hikâyesinin varoluşu da bu temel üzerinde şekillenir. Bununla birlikte masal, daha sert tarihi gerçekleri de ortaya çıkarır: "Çocuk Haçlılar Ordusunu."
1096 - 1291 yılları arasında yapılan "Çocuklar Haçlıları" seferi öncesinde, savaşacak çocukları kentlerden borularla yapılan çağrılarla toplamışlar. Pek çok çocuk, bu çağrılara kulak vermiş ve oyun oynamaları gereken yaşta savaşa katılmışlar.
O çocukları biz günümüzde Afrika'da, Orta Doğu'da ve Afganistan'da da göremedik mi? Ellerinde silahlar yok muydu?
Oysa çocukların ellerinde silahlar değil, kitaplar olmalı... Büyüdüklerinde dünyayı güzel bir yer haline getirmeye çalışmalılar. Tabii hala dünya diye bir yer kalmışsa.