Cumhuriyet Gazetesi'nin çalışanları hakkında açılan davada gazetenin avukatlarından Bülent Utku, son dönemde yaşanan hukuk ihlallerinden örnekler vererek, “Zamanın ruhunun bizleri getirdiği nokta budur. Bu koşullara ve ruha karşı çıkıyorum. İnsanların cesaret hakkı vardır. Ben bu hakkımı sonuna kadar kullanacağım” diye konuştu.
15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrasında “söylenmesi gereken” en temel tümceydi bu.
Milyonların sözüydü.
Milyonların haykırışıydı.
Ve milyonlara uyarıydı...

***

İnsanların “cesaret hakkının” olması, önce insan olduklarının farkına varmakla başlar.
Yani benle, sizle, onunla; önce birer birer, ardından topluca “cesaretli” olmakla.
İçi dolu dolu bir kavramdan yola çıkan Avukat Bülent Utku'nun sözleri hepimizi titretmeli ve nerede bulunduğumuzu iyi kavratmalı.
Stoalı felsefeci Epictetos, “Cesaret korkmaktır, ama korktuğun şeyi yine de yapmaktır. İnsan ne yoksulluktan, ne sürülmeden, ne hapisten, ne de ölümden korkmalı, yalnızca korkak olmaktan korkmalıdır” der.

***

Başarısız darbe girişimi sonunda yaşadığımız süreçte;
63 gazete,
16 televizyon kanalı,
20 dergi,
24 radyo kapatıldı.
167 tutuklu gazeteci var.
2 bin 308 gazeteci bu dönem içinde işsiz kaldı.
708 gazetecinin basın kartı iptal edildi.
Bununla kalmadı.
Aynı dönem içinde;
50 bin 510 kişi tutuklandı.
Gözaltına alınan ya da hakkında soruşturma başlatılan 43 kişi intihar etti.
Toplam 966 şirkete devlet tarafından el konuldu ve TMSF'ye devredildi.
45 bin kamu çalışanı ve 5 bin 602 öğretim üyesi/görevlisi üniversiteden atıldı.
Korku iklimi sürüyor ve toplumun büyük bölümünde korkunun yarattığı endişe ve gerginlik üst düzeyde.

***

İşte tam da böyle bir zamanda, asıl işi hukukçuluk olan, ancak yıllardır basın sektörünün içinde bulunan avukat Bülent Utku, kendisini yargılayan mahkemenin karşısında hem de yüksek sesle diyor ki: “ İnsanların cesaret hakkı vardır. Ben bu hakkımı sonuna kadar kullanacağım...”
Aynı mahkemede bir diğer hukukçu avukat Akın Atalay, daha düne kadar Fethullah Gülen'den övgüyle söz eden, şimdi ise hakaret üzerine hakaret eden ve davada bir nevi bilirkişi/tanık gibi davranan sözde gazeteciler ve bundan yola çıkarak sonuç çıkaran savcılar için de, “Demokratik toplumlarda gazetelerin yayın politikasını değerlendirmek, ölçmek, saptamak ve suçlama konusu yapmak savcıların haddi de hakkı da değildir. Savcılar, o gazetelerin yayın politikası, ilkeleri ile değil, gazete içeriğinin, haber ve yazıların suç olup olmadığıyla sınırlı bir araştırma ve soruşturma yapabilir” diyor.

***

Tam da zamanında...
Gazeteciliğin, gazetelerin içeriğinin hallaç pamuğu gibi atıldığı, kayınço, enişte, yandaş ilişkilerinin vıcık vıcık yalakalığa/borazanlığa dönüştüğü bir dönemde iki hukukçu manifesto gibi savunma yapıyor. Pide sipariş ettiği fırıncının, ya da evinin parke döşemelerini değiştiren ustanın, yemek yediği lokantanın soruşturma geçiriyor olması nedeniyle, sırf onlarla görüştüğü için “örgüt üyesi” sayılan gazeteciler de “cesaret hakkını” kullanıyor.

***

Yeri gelmişken; Sözcü'nün çalışanları Gökmen Ulu ve Mediha Olgun da bugün 62. günlerinde aynı “cesaret hakkını” kullanarak soruyor?
Gazetecilik suç mu?
Hayır, elbette değil...
Bir ülkenin vatandaşı olmak, onu yönetenlere soru sormayı, eleştirmeyi, denetlemeyi asla suç haline getirmez.
O yüzden de hepimizin cesaret hakkını kullanması gerekiyor.
İnsan yalnızca “korkak olmaktan” korkmalıdır.