“Sabah uyanır uyanmaz kendimi yazıya veririm. Kahvaltı etmeden yazmak üzere masaya otururdum. Onu yıllarca sürdürdüm. Bütün romanlarımı o heyecanla yazdım."
Kim bu sözlerin sahibi kalem ustası?
Hemen yazalım; iki gün önce 100 yaşına basan Hıfzı Topuz!
O; “Bir yüzyılın bütün fırtınalarının izlerini taşıyan, asla eğilip bükülmemiş bir iletişim çınarı, iletişimde adalet kavramını öğreten Usta”.
Ülkemizdeki iletişim fakültelerinin kuruluşlarında da emeği büyüktür üstadın.
Gençliğinden bu yana da sosyalisttir,
“Sosyalist olmaktan mutluyum, gururluyum. Ben göremeyeceğim ama sosyalizm mutlaka gelecek” der.
1952’de İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasındadır, başkanlığı da üstlenmiştir. Atilla Özsever yazıyor o günleri Topuz’un ağzından; “Demokrat Parti (DP) iktidarı.
İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, çağırdı dedi ki; ‘Basınla ilgili yasa çıktı, siz de bir sendika kurun, ama sakın komünistlik yapmayın. Fransız Gazeteciler Sendikası’nın tüzüğü hakkında bilgi sahibiydik. Öncelikle bir tüzük hazırlanması gerekiyordu.
1960 sonrası ‘Türkiye Gazeteciler Sendikası’ ismini alacak olan sendikamızın tüzüğünü üç kişi hazırladık.
Ben, İhsan Ada ve Burhan Arpad.
Marksisttik hepimiz
Yani İstanbul Valisi, bize ‘komünistlik yapmayın’ derken sendikanın tüzüğünü biz sosyalistler hazırlamıştık.
Hayatın bir ironisi işte…”
DP Hükümeti, daha sonra sendikayı "milli menfaatlere aykırı siyasi faaliyette bulunma" gerekçesiyle kapatır(!)
**
"Meyyale", "Başın Öne Eğilmesin", "Taif'te Ölüm", "Gazi ve Fikriye", "Kara Afrika", “Hatice Sultan”, “Elbet Sabah Olacaktır-Tevfik Fikret”, “Abdülmecit”, “Vatanı Sattık Bir Pula-Namık Kemal’in Romanı”, “Bana Atatürk’ü anlattılar”, “Çamlıca’nın Üç Gülü”, “Paris’te Bir Türk Ressamı”, “Paris Sürgünü”, “Paris’te Son Osmanlılar”, “Çılgın ve Özgür-Neyzen Tevfik”, ”Tarcan”, “Özgürlüğe Kurşun”, “Türk Basın Tarihi”; 50’den fazla kitabının arasındadır.
Nâzım Hikmet, Abidin Dino, Fikret Mualla, Melih Cevdet Anday ve Sabahattin Ali ile çok iyi dosttur.
Kitaplarıyla da paylaşmıştır onlarla ortak anılarını;
”Nâzım’ı çok ama çok severim.
Tevfik Fikret’i çok sevdim. Sabahattin Ali’yi de, Orhan Kemal’i de, Esat Mahmut’u da. Belirli arkadaşlarımla ayda iki defa toplanırız. Meslektaşlarım;
Ali Sirmen, Turgay Olcayto , Niyazi Dalyancı gibi on arkadaşla...”
**
Hukuk okumuştur, kısa süreli avukatlık yapmıştır. Ama tutkusu yazmaktır, gazetecilik yapmaktır Topuz’un.
A.A’ya verdiği röportajdan;
"Bütün hayatım gazetecilikle geçti. Akşam'da evvela muhabirdim, sonra istihbarat şefi, ardından yazı işleri müdürü oldum. Yani her şeyden geçtim. Köşe yazarı oldum, dış politika yazıları yazdım. Çok sevdim gazeteciliği. Gazete satılınca, ayrıldım. Strasburg'da bir gazetecilik bursu kazandım.
Orada çevrem çok genişledi, birçok yabancı gazeteci tanıdım.
Niyetim, UNESCO'ya girmekti; başardım. Hayatım değişti.
UNESCO bana yeni ufuklar açtı. Bol bol geziye çıktık misyonla.
Bir sene Afrika'da Kongo'da kaldım.
35 yaşındaydım.
Birçok ülkeyi gezdim, gezmediğim yer kalmadı. Hem Kara Afrika ülkeleri hem Latin Amerika hem Uzak Doğu Asya, her tarafı dolaştım ve çok insan tanıdım.
UNESCO'dan 1983'te emekliye ayrıldım.
60 yaşını doldurmuştum. Ondan sonra yeni bir şey yapmam gerekiyordu, Basın (Yayın) Yüksekokulunda öğretmenliğe başladım. Eskişehir'de Anadolu Üniversitesinde, Galatasaray'da ders verdim.
Böylece gazetecilik eğitimini meslek seçtim yıllarca.
Sonra roman yazmaya başladım."
**
Muhteşem röportajlara imza atmıştır.
İşte ses getirenlerden biri. Kendi ifadeleriyle;
“Röportajı çok seviyordum. Unutamayacağım röportajlarım var.
Atina’ya gitmiştik, 1952’de Vali Fahrettin Kerim ve bir - iki gazeteci. Büyükelçi Ruşen Eşref Ünaydın’dı. Ruşen Eşref, bir resepsiyon verdi. Orada bana birini tanıttılar; General Trikopis. ‘Siz, Kurtuluş Savaşı’nda Başkumandan, Yunan Kumandanı değil misiniz,’ dedim. ‘Evet, benim,’ dedi. ‘Aman! Sizinle konuşmak isterim,’ dedim. ‘Hay hay olur, yarın evime gel’ dedi. Öbür gazeteciler bunun hiç farkına varmadılar. Evine gittim. Bana Atatürk’ü anlattı. İstiklal Savaşı’nda nasıl yenildiğini de. Atatürk’ün gösterdiği sıcaklığı. Bunları yazdım. Trikopis, savaş bittikten sonra Yunanistan’a döner, Türk-Yunan Dostluk Cemiyeti’nin Başkanı olur. Bir unutamadığım röportajım Fransa’da şair Prever ile yaptığım röportajım. İsmet Paşa röportajımı da. ‘Cumhuriyeti Kuranlar’ adında bir dizi röportaj yaptım,”
**
Gazeteciliğin evrensel ilkelerine sıkı sıkıya bağlıdır.
İşte İktisatçı-Yazar
Mustafa Sonmez'den bir anı;
"Hıfzı Topuz hoca gerçek bir iletişim duayenidir.
İlk tanışmam, 1983'te Nokta dergisinin çıkışına denk geldi.
Derginin Yayın Yönetmeni olacaktı.
Ben, ekonomi editörüydüm.
Merhum patron Ercan Arıklı’ya 'ille de editoryal bağımsızlık' deyince anlaşma olmadı
İlke abidesidir..."
**
” Direnmekten vazgeçmemek lâzım, dimdik durmak lazım, kafa tutmasını bilmek lazım, tehlikeyi göze almak lazım. Bunu yapamayacak güçte olanlar girişmesinler bu işe. Bu işe girdin mi artık her şeyi göze alıp çalışman lazım.'” diyor Asırlık Çınar Hıfzı Topuz.
Ona boşuna;
“Gazeteciliğin Everesti”, “Asırlık Adam”, "İletişimin Ulu Çınarı” , "Aydınlanmanın Bilgesi" demiyorlar.
Ben en çok
Nâzım Alpman'ın yakıştırdığı
"Gazeteciliğin Everest'i" ni beğendim, yazıya da başlık yaptım...