Hani o ninelerimizin, dedelerimizin dillerinden bir türlü düşürmedikleri öyküleri vardır ya; annelerimizden, babalarımızdan bize aktarılan…

“Evladım hiç unutmam. Harb-i Umumi’den daha yeni çıkmıştık. Oturduğumuz bu eve 20 lira sayıp satın almıştık da, herkes küçük dilini yutmuştu” diye başlayıp konuyu hayat pahalılığına getirdikleri anılar…

Aslında bu milletin enflasyonla imtihanı çok daha eskilere, ta 1564 yılına kadar gidiyor. 460 yıl geriye yani…

“Yedi düvele nam salmış” Osmanlı İmparatorluğu, 16. Yüzyıl’ın sonlarına doğru kan kaybetmeye başlıyor. Eeee, devlet yönetimine ehliyetsiz kişileri getirirseniz olacağı bu!

Şimdi gelin, o günlere biraz detaylı bakalım:

Kanuni Sultan Süleyman zamanında sarayın bir yıllık mutfak masrafı 48 yük, yani 5 milyon akçeye yakın iken, III. Murat devrinde 21 milyon akçeye (200 yük) yükselmişti.

Bozulan mali düzenle birlikte kanunnamelere uyulmaz olunmuş,  bilim kurumlarının işleyişi kökten bozulmuştu. Tahsilatlar yapılamıyor, seferde bulunan askerlerin maaşları ödenemiyordu. Ama maşallah, sarayın masrafları alabildiğine artmaktaydı.

Bütün bu sıkıntılara çare aramaya başlayan (padişahın) ekonomi uzmanları, masrafları kısacak formüller üreteceklerine, bir akçeyi dört beş parçaya bölmeyi daha uygun buldular. Bu bölünmüş akçeler de “hurda akçe” adı altında piyasaya sürülmeye başlandı. Askere maaş olarak bu değerli para ödenecekti. Ancak satın alma gücü çok düşük olan bu para yüzünden alıcılarla satıcılar arasında hararetli tartışmalar başladığı gibi, devletin mali itibarı da iyice zedelenmişti. Bunun üstüne bir de asker ayaklandı.

Kudretli cihan imparatorluğu, küçücük bir maden parçası karşısında teslim bayrağını çekmek üzereydi.

O dönemin tarihini yazan Selanikli Mustafa Efendi, paranın değerini kaybetmesi ve buna karşı oluşan tepkileri şöyle anlatıyordu:

  • Hurda akçe ki, eskiden 100 dirhem gümüşten 500 akçe kesilmek padişah kanunu iken, 100 dirhem 2 bin züyuf akçe (kalp para) olup hiç bir işe yaramayıp giderek gümüşün dirhemi on ikişer akçeye alınıp satılmaya başlandı. Kuruş eskiden 40 akçe iken 80 akçeye alınıp verilir oldu.  Altın 60 akçeden 120 akçeye yükselince,  Sipahi güruhu toplanarak hurda akçeyi ellerine alıp şeyhüislam efendiye kadar çıktılar.

İlk enflasyon şehitlerimiz (!)

Durumun vahametini anlayan Sultan III. Murat,  muhasibi Rumeli Beylerbeyi Doğancı Mehmet Paşa’yı, bu mali krize çare bulmak için görevlendirdi. Ama adamcağız daha işe başlamadan asker ayaklandı ve çevrede “kelle isterük” tezahüratları yayıldı.

Giderek artan baskı ve “kan talebi” karşısında daha fazla direnemeyen Sultan III. Murat da, sonunda Doğancı Mehmet Efendi ile Defterdar Mahmud Efendi’yi askere teslim etti. Onlar, enflasyonla mücadelede verdiğimiz ilk şehitler (!) olarak tarihe geçeceklerdi.

Mehmet ile Mahmut efendilerin kellelerinin gitmesi, askerin ayaklanmasını bir süreliğine durdurmuştu. Hem vatan için her şey feda olsundu.

Sultan III. Murat’ın saltanatı, işte bu kargaşa ve para sıkıntısı içinde sona erdi.

Yerine geçen III. Mehmet, harp yeni bittiği için, artan masraflara bir çare olarak “eksik ayarda” para bastırmayı düşündü. Hem bu formül hazinenin de çıkarlarını koruyacaktı. Ancak 1 dirhemden 8 akçe kesilmesi gerekirken 12 akçe kesilmesi, sarayın bütün tembih ve tehditlerine rağmen, altının 220 akçeye yükselmesine neden oldu.

1595 yılında paranın bu bozuk düzenini ıslah edebilmek için yeni formüller aranmaya başlandı. Darphane Nazırlığı’na tayin edilen eski defterdar Ali Efendi’nin girişimleriyle Enderun Hazinesi’nden 200 yük (bir yük 100 bin akçeye eşit) akçelik gümüş ile bazı gümüş eşya alınıp sikke kesilmek üzere eritildi.

Ama işin içinde “kelleden olmak” vardı. O yüzden Ali Efendi ince eleyip sık dokuyordu. Eritilen gümüşlerin bir dirheminden 8 akçe kesilmek üzere para yeniden ayarlandı. Ayrıca piyasada bulunan bozuk ve kalp paraların toplanması girişimleri de başladı. Hedeflenen şey tam olarak gerçekleştirilememesine rağmen, altının değeri 220 akçeden 180 akçeye kadar indirilebilmişti.

Artık Ali Efendi bir kahramandı. Savaşta küffara karşı kılıç sallamasa da, enflasyon canavarını dizginlemişti.

Merzifonlu’yu küffar değil enflasyon terletti

Darphane Nazırı Ali Efendi’nin o dönemdeki enflasyonu dizginlemesinden çok değil 3 yıl sonra, yani 1601 yılında, paranın yeniden ayarlanması ihtiyaç oldu. Bu defa da Sadaret Kaymakamı Yemişçi Hasan Paşa yeniden akçe kestirdi. Tıpkı daha önce olduğu gibi gümüş eşyalar eritilerek…

1623 yılında altın 250 akçeye çıktı. Altı sene boyunca dört padişah değişip dört defa culûs bahşişi ödenmesi ve sürüp giden harpler yüzünden akçenin değeri iyice kayboldu.

Paranın değerini kaybetmesine paralel olarak, esnafın ve halkın serzenişleri alabildiğince artmış, yükselen fiyatlar ve bozulan ekonomik düzen nedeniyle satın alma gücü iyice zayıflamıştı. Duruma el koyan Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, halk temsilcilerini de içeren çok geniş çaplı bir toplantı düzenledi. 1640’ta yapılan bu olağanüstü toplantı sonrasında yiyecek, içecek ve bütün ihtiyaç maddelerine; hamam, hamal ücretlerine, fare kapanına kadar akla gelebilecek her türlü mala, bütün ayrıntılar inceden inceye belirlenerek narh konuldu. Yani fiyatlara üst sınır getirildi.

Ama gidiş hiç de iyi değildi.

Sultan IV. Murat’tan sonra Osmanlı parasının değeri iyice düşmeye başladı. Hele hele 1650-56 yılları arasında para düzeni büsbütün bozuldu. Köprülü zamanında yapılan ıslah çalışmaları bu olumsuzluğu bir nebze olsun durdursa da, sonraki seneler işler çığırından çıkacaktı.

Artık Osmanlı’nın parası “pul” olmuştu. Sonrası malum.

Nasıl, atalarımızın başından geçenler size de tanıdık geliyor mu?