"Seni anmak ne güzel şey
Yaşamak, inadına ne güzel şey..."
Nâzım Hikmet; 61 yıllık ömründe çok hızlı yaşadı, aniden de göçtü. Yurduna, ulusuna, bizlere hasret! Zindana tıktılar, “Mapusane çeşmesi yandan akıyor yandan / Hapislik bir şey değil ayrılık var bir yandan”ı yazdı...
14 yıl o hapishane penceresindeki umut çiçeğini soldurmadı. Yurdundan ayırdılar ama yurdu Türkiye’yi ondan ayıramadılar. O; inatla “Sen şimdi yalnız saçımın akında / Enfarktımında yüreğimin / Alnımın çizgilerindesin memleketim” dedi. En çok kullandığı sözcüklerden biriydi “hasret”. Son eşi Vera, gazeteci Leyla Umar’a verdiği röportajda Türkçe sadece “Hoşgeldiniz” ve “Hasret”i bildiğini aktarmış ve eklemişti: “Nâzım o kadar çok 'Hasret' dedi ki, aklımda kalmış…”
“Bütün bir yaşamı kucaklayan şiirlerin şairi” tanımı, Ataol Behramoğlu Usta’nındır. Çok hasret çekmiş, özlemleri sızı yüklemişti ona. Şiirlerinde aşk, tutku, doğa, acı, mücadele vardı; en çok da hasret! “Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını / Ben hasretlerin”… “Denize dönmek istiyorum! / Mavi aynasında suların / Boy verip görünmek istiyorum / Denize dönmek istiyorum!” Oğlu Memet’e ithaf “Ayrılık dayanılır gibi değil mi? / Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz” Piraye’ye de; “Senin adını / Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım.” O Piraye’ye “Memleketimden İnsan Manzaraları’nı ben yazmıyorum, onu bana sen yazdırıyorsun, senindir” diyendir de Nâzım!
Asla karanlıktan, yalnızlıktan hoşlanmazdı. İnsansız dostsuz yapacak kişilik değildir. Hep ürktüğünü anlatır yalnızlıktan “Ben hem kendimden bahseden / Şiirler yazmak istiyorum / Hem bir tek insana / Hem milyonlara seslenen şiirler”i kağıda döker... “Umudu var büyük insanlığın / Umutsuz yaşanmıyor”u da dillendirmiştir güzel Türkçe’siyle.
Kurtuluş Savaşı’nı destanlaştıran tek şairdir. Mustafa Kemâl’e büyük saygısı vardır. En güzel dizeleri yazmıştır O’nun için Kuvayi Milliye Destanı’nda; “Sarışın bir kurda benziyordu / Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. / Yürüdü uçurumun başına kadar / Eğildi, durdu / Bıraksalar / İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak / Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı...”
Son sabah…
3 Haziran’dır tarih. Günlerden Pazartesi. Her zamanki gibi erkencidir. Oldukça da neşelidir. Kapıdaki gazeteleri alır güne başlardı. Kapıyı açmak için uzandığında son hareketi yapamaz, orada yığılır. Dimdik, ayakta elveda demiştir Koca Çınar; “Sonra şu 10 yıldan bu yana / Benim fakir milletime ikram edebildiğim / Bir tek elmam var elimde, doktor / Kırmızı bir elma / Kalbim!” deki kalbini yeryüzüne bırakarak! Vasiyetini de şiire dökerek; “Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni / Ve de uyarına gelirse / Tepemde bir çınar olursa / Taş maş istemez hani.”
“Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi” Vera’sı. “Gelsene dedi bana / Kalsana dedi bana / Ölsene dedi bana / Geldim / Kaldım / Güldüm / Öldüm”ü yazdığı Vera’sı. “Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne / Allı pullu bir balon verelim oynasınlar” dediği çocukları. Anadolu’su, zeytini, karıncaları, buğdayları, arıları, elmaları, bulutları, dalgaları, maviliklere süreceği motorları. Şiirlerini ıslık çalarak kazıdığı caddeler. Aşkın “sevda” olduğunu öğreten şiirlerinin tutkunu bizler; Nâzım’sızdır artık!
Kaçışları, sevdaları, ikinci adresi zindan yıllarıyla doludizgin birkaç ömre sığacak hayatını ilmek ilmek ören... Kağıt bulamayınca şiirini beyaz pantalonuna yazan... “Şiirin N Vitamini” Nâzım Hikmet bugün 120 yaşında. Ne güzel şey hatırlamak seni “Büyük Şair”…
TANIDIĞIM NAZIM HİKMET
Uzun boyu, ak ve sarı karışımı dalgalı gür saçlarıyla kadınlı erkekli hayranlarının karlı bir zirve gibi yükselendir “yakışıklı adam”... Kendisine ismiyle seslenilince olduğu yerde hızla döner ve çevresindeki kalabalığı adeta yararak sese yönelir. Sesin sahibi kendini tanıtır; “Merhaba ben Orhan Karaveli, Türkiye’den. Gazeteci!” Kocaman mutluluk dalgası “yakışıklı adam”ın yüzünde yayılmıştır. Akdeniz mavisi gözleri ışıl ışıldır. Uzun parmaklı elleriyle gazeteciyi omuzlarından yakalar. Dostça uzatılan eli avuçları içinde tutarak nefes nefese: “Merhaba! Binlerle merhaba!” der ve ekler; “Hoş geldiniz. Zaten duymuştuk bugün burada olacağınızı. Sabırsızlıkla bekliyorduk…” Biraz önce çevresini saranlar eski dostlarınkine benzer “kavuşma” sahnesini ilgiyle izliyordu. Kruvaze kahverengi şık takım elbiseli “yakışıklı adam”, “Sen esirliğimsin ve hürriyetimsin / Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin / Sen memleketimsin / Sen elâ gözlerinde yeşil hareler / Sen büyük, güzel ve muzaffer / Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretim”i yazmış “Vatan Haini Vatan Şairi” Nâzım Hikmet’ti!
Nâzım’ın “Merhaba”sından sonra da ilk sözü “Bu çocuksu heyecanımı hoş görün. 9 yıldır ilk kez bir yurttaşımla görüşüp konuşuyorum buralarda…”
Orhan Karaveli, Nâzım’ı sürgünde yaşadığı Moskova 'da ziyaret eden Türk gazetecilerden son kişidir! “Tanıdığım Nazım Hikmet’’te ozan hakkında anı / tespitlerine yer verir. Ona göre Nâzım yurt ve yurttaş özleminin somutlaşmış bir anıtı gibidir! Asıl işinin “ozanlık, yazarlık ve barış havariliği” olduğunu dillendiriyordu görüşmelerinde hep. “Kurtuluş Savaşı Destanı”nı hayatının eseri olarak anlatırken derdini de aktarmadan edemiyordu Karaveli’ye: “İstiklal Savaşı’mızı anlattığım bu destan, tam 66 bin dizeden oluşacaktı. 46 bini halen kayıptır. Yazık çok yazık!”
Gazeteci Karaveli, Nâzım‘ın Moskova’da özenle kendisine yazdırdığı, Türkiye’de “Türkiye’de de 'resmen' yayınlanan ilk şiirinin 'Yine Memleketim Üzerine Söylenmiştir' olduğunu aktarır; “Memleketim, memleketim, memleketim / Ne kasketim kaldı senin ora işi” ile başlayan, “Alnımın çizgilerindesin memleketim / Memleketim memleketim…” ile biten!
Yine; “Çok yorgunum beni bekleme kaptan / Seyir defterini başkası yazsın / Kubbeli çınarlı mavi bir liman / Beni o limana çıkaramazsın…” dizelerinin öyküsünü anlatır. Varna’da sahilde bir lokantada otururken yazmıştır “Liman’’ı. “Cancağızım” diye hitap ettiği Karaveli’ye; “Oğlum Memet”, “Vapur”u hasretinden yazdığını da! Kitapta; Nazım’ın Mustafa Kemâl’le tanışması da yer alır. Nâzım, Paşa’ya “ben de sizin gibi Selanikli’yim” demiştir, gülümsemiştir Mustafa Kemâl. Orhan Karaveli, Nâzım’lı anıların içinde en çok onun şu sözünden etkilendiğini yazmış; “Öldüğüme yanmam da buralarda gömerler ona yanarım…”
Fransız dev sanatçılar Yves Montand ve Simone Signoret’in, Ressam Abidin Dino’nun isteği üzerine şairin 75. doğum yıldönümüyle ilgili yazdığı mesajdır; “Sevgili Nâzım! Ölmediğine göre daha nice yıllar... Mademki yaşıyorsun ‘doğum’ yıldönümün kutlu olsun.
NAZIM'IN ŞİİRLERİNDE YAŞAM
Nazım’ın en çok bu tarafına hayranım. Hep o yaşama sevinci… İleriye doğru bakan umutlu bakışı insana olan inancı. Bu bakımdan bana hep örnek olmuştur. Nazım Hikmet'in şiirlerinde yaşam umuttur. Ve bu umut güneşe yol almaktır.
“Akın var akın / Güneşe akın! / Güneşi zaptedeceğiz; / Güneşin zaptı yakın!” Şair yıllarca hapishanelerde ülkesinden uzakta güneşli günleri gözlemiştir. Yaşama umudu ve yaşama sevinci olarak karşımıza hep güneş çıkar. “Güzel günler göreceğiz çocuklar / Güneşli günler göreceğiz.”
Şairin yaşama arzusunu simgeleyen bir diğer tema da denizdir. “Hasret” şiirinde denize dönmek istediğini belirtir; “Denize dönmek istiyorum! / Mavi aynasında suların / Boy verip görünmek istiyorum! / Denize dönmek istiyorum!”
Nazım’ın şiirinde yaşam aydınlığa çıkmaktır. Aydınlığın değeri karanlıktan çıkınca anlaşılır; “Ben yanmasam, / Sen yanmasan, / Biz yanmasak, / Nasıl / Çıkar / Karanlıklar / Aydın-lığa…”
Nazım Hikmet “Hiçbir Ağaç Böyle Harikulade Yemiş Vermemiştir” adlı şiirinde yaşamanın güzel olduğunu korkusuzca birbirine güvenen insanların üzerinden anlatır. “ve insanlar ellerini / korkmadan düşünmeden / birbirlerinin ellerine bırakarak yıldızlara bakarak: / 'Yaşamak ne güzel şey!' diyecekler.”
Nazım yaşama o kadar tutkundur ki; “yaşamak ne güzel şey” cümlesini birçok şiirinde ele alır. “Taranta-Babu”ya Beşinci Mektup şiirinde yine bunu vurgular; “Hehehey TARANTA-BABU, / Hehehey, / Yaşamak ne güzel şey, / Anasını sattığımın, / Yaşamak ne güzel şey.”
Şair içinde hep bir ümit taşır. Bu ümidi doğa ile birleştirip yaşama sevincine ortak eder. Bu ümit “hürriyet”tir; “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, / Akar suyun, / Meyve çağında ağacın, / Serpilip gelişen hayatın düşmanı. / Ve elbette ki sevgilim, elbet, / Dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, / Dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla / Bu güzelim memlekette hürriyet…”
Yaşamak her zaman ümitli bir iş değildir. Bazen umutsuzluklar da olur. Yaşamak bazen “can sıkıntısı”dır; geçmek bilmeyen; “Bir gün eğer, / Benden uzak, / Karanlık bir yağmur gibi, / Canını sıkarsa yaşamak / Tekrar Gazali’yi oku…”
Nazım Hikmet aslında yaşam ve yaşamak ile ilgili görüşlerini “Yaşamaya Dair” adlı şiirinde epilog tarzında aktarır. Aslında bu şiir bir tavsiye bir öğüttür. Şiirin başında şair insanın bütün işinin gücünün yaşamak olacağını söyler. Bunu doğadaki her varlığa yükler; “Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, / Yani, bütün işin gücün yaşamak olacak. / Yaşamak ciddiye alınmalıdır. / Gerekirse hiç bilmediğin insanlar için bile ölmeyi göze alabilen bir yaşam şuuruna sahip olunmalıdır. / İnsanlar için ölebileceksin, / Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, / Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, / Hem de en güzel, en gerçek şeyin / Yaşamak olduğunu bildiğin halde. / Ölüme en yakın olduğumuz anda bile gülebilmektir yaşamak. / Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, / Yani, beyaz masadan / Bir daha kalkmamak ihtimali de var. / Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini / Biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, / Hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, / Yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz / En son ajans haberlerini. / Hapishane de olsak bile dışarıda, güneşin altındaymışız gibi yaşacağız. / Diyelim ki, hapisteyiz, / Yaşımız da elliye yakın, / Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. / Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız, / İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla / Yani, duvarın arkasındaki dışarıyla.”
Nazım Hikmet şiirlerinde yaşam dolu olmayı ve yansıtmayı başarabilen, şiirlerini okuyunca bizleri de daha çok yaşama bağlamayı bilen bir şairdir. Nazım yaşamını sürgünlerde ve hapislerde geçirmiş. Memleket hasretini, yaşama sevincini, ümitlerini, güneşi, gökyüzünü, maviyi şiirlerine yansıtmış bir şairdir. O halde bizlere düşen onun bu yaşama olan tutkusunu, ümidini, sevincini, aşkını hayatımıza yansıtabilmektedir. O zaman hep birlikte ilk parolamız şu cümle olmalıdır;
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…”
(KAYNAKÇA-Genco Erkal’ın Sesinden Nazım Hikmet Şiirleri, Yapı Kredi Yayınları)
Bugün Pazar
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...