Genel seçimlere yaklaşıyoruz. Türkiye’de muhalefetin sandıktan çıkma şansının ilk kez bu kadar yüksek olduğu bir süreç yaşanıyor. Halkın sorunları derinleşerek büyüyor. Buna karşın iktidar bileşenleri AKP ve MHP yaşanan sorunları yokmuş gibi davranıyor. Hatta sorunları dile getirenlere şiddetli tepkiler vererek “Ülkenin bekası” kavramının arkasına sığınmaya çalışıyorlar. Yunanistan başta olmak üzere düşman yaratılarak, içerideki muhalefeti durdurmaya çabalıyorlar.

Ekmek üzerinden muhalefet yeter mi?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve 6’lı masada şimdilik birlikte olan 4 partinin neredeyse tamamı muhalefet anlayışlarını halkın geçim sıkıntısı üzerinden büyük ölçüde yürütüyor.

Oysa Türkiye’de yaşananlara baktığımızda giderek büyüyen sorunlar var. Bunlar, ekonomimizi perişan edecek gelişmeler aslında. Buna karşın AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hala birinci parti konumunda. Anketler en azından böyle diyor.

Bu tablo bize, yapılan muhalefetin tam anlamıyla benimsenmediğini işaret etmiyor mu? Bu durum seçmen ve halk muhalefeti ile siyasi aktörlerin gündemi arasındaki fark olarak yorumlanabilir. Ekonomik bunalımın tam ortasındaki seçmen, yoksulluğun derinleşmesi, adaletsizliklerin yaşanması, gerilimlerin her alana yayılmasına karşın tepkilerini henüz tam olarak göstermiyor. Sandık önüne geldiğinde ise nasıl davranacağı bugünden çok net değil. İktidarın Doğu ve Güneydoğu Anadolu için politika üretmekten vazgeçtiği bir ortamı yaşıyoruz. Bu da tuzu biberi. Ancak muhalefetin bu alandaki gelişmeleri de cılız. Dindarlık ve Türk Milliyetçiliği ile seçimi kazanmak isteyen iktidar cephesi, demokrasinin kurum ve kurallarına yönelik olumsuz hamlelerini sürdürüyor. TBMM’den geçirilen Dezenformasyon Yasası ile tüm kaygılar ortada iken muhalefet milletvekillerinin büyük oranda oylama yapılırken salonda olmaması da dikkati çekiyor. İktidar demokrasiyi demokratik anlayışı inanılmaz biçimde bir dar alana hapsederken, en az ekmek kadar ihtiyacımız olan bu alanlardaki muhalefet çıkışları yetersiz kalıyor.

Muhalefetin yerel örgütlerinde ise ne yazık ki, tüm bunların değerlendirilmesi, siyaset üretilmesi gibi gelişmeler yok. Yerel örgütlerde özellikle CHP’de kişisel kariyer planları üzerine inşa edilen siyaset, “Ben acaba aday olabilir miyim?” cümlesinin içine sıkışmış durumda.

Siyasal partilerin gelişen bir Türkiye’den anladıkları o kadar yetersiz ki, ülkenin önünü açacak hamlelerin uzun süre yapılamayacağı endişesini yaratıyor. İktidarın yarattığı korku iklimi de cabası. Bu iklime destek olan grupların özgürlüklerin önünü kesmek için her şeyi yapıyor. Valilere, kaymakamlara sanat gösterilerini yasaklatıyorlar. Yasaklatan bu grupların devletin en üst organlarında etkileri ise gerçekten şaşırtıcı. Oysa özgürlükler sorunu çözülmediğinde ülkedeki hiçbir sorunun çözüm bulamayacağı aşikar.

Muhalefetin hızla ülkedeki demokratik süreçlerin yok edilmesi, hak ve özgürlükler, eğitimde, sağlıkta yok edilen fırsat eşitliği, Kürt meselesi, şiddete karşı mücadele, laik devlet anlayışı gibi konularda seçime yönelik politikalarını güçlendirmelidir. Yoksa, canı sıkılınca iktidarın ortaya attığı sonuçlanmayan, sonuçlanmayacak projelerine, yeni bir imar affı getirerek toplamda tribünlere oynamaya devam etmesini her birlikte seyrederiz.