Çünkü böyle giderse gerçekten yüzümde kıllar çıkacak, hormonlarımın ters dönecek ve ben bir erkeğe dönüşeceğim.
Hani artık makarası yapılan, çünkü hemen hemen bütün kadınların yeri geldiğinde kurduğu o cümle vardır ya; "Ben kadınlardan çok erkeklerle anlaşırım. En iyi arkadaşlarım hep erkek!" diye...
Hah! İşte benim, onun da bir tık üstünde.
Ben artık kendimi bir asker ocağında, bir erkek yurdunda vs. yaşıyormuş gibi hissediyorum.
İşin enteresanı kız arkadaşlarım da benim gibi.
Daha doğrusu onlar da hiç kadın kadın değiller.
Kokoşluk yok, bir erkeğe sırtını dayayıp prensesler gibi yaşama isteği ve eylemi yok, narinlik, nazeninlik yanımızdan geçmemiş, 'evlenip evimin kadını, çocuklarımın anası olayım' isteği hiç yok.
*
Geçenlerde çok sevdiğimiz bir arkadaşımız evlendi. Kasabalılar olarak doluştuk arabalara, vardık Alaçatı'dan Alsancak'a...
Aman bizi görecektiniz. Kasabada hırpani hırpani dolaşmaya alışmışız, öyle filinta hallere bürününce birbirimize bakıp bakıp pek güldük.
Kadınlar iki dirheme, erkekler de takım elbiseleriyle çekirdeğe dönüşmüştü doğrusu.
Peki sonra ne oldu?
Düğünden çıkar çıkmaz, İzmir'den tekrar Çeşme'ye dönüş yolunda, araba soyunma odasına döndü.
Herkes üstünü başını hemen oracıkta değiştirdi, Alaçatı'da arabadan yine şort terlik ile inildi.
*
Sana dayatılan 'kadın dediğin şöyle zarif olur, böyle nazlı olur, oturuşuna, kalkışına, konuşmasına dikkat etmezse de mahallenin yosması olur' palavralarından kurtuldukça daha da özgürleşiyorsun aslında.
Canın ister, yeri gelmiştir ağız dolusu küfür edersin, yeri gelir ayakların ağrır gece elbisesinin altına spor ayakkabı giyersin, kafan bozuktur oturur bir balıkçı meyhanesinde ayaklarını suda şaplata şaplata bir kadeh parlatırsın.
Erkek dünyasının bazı özgürlüklerinden faydalanmak, içimizdeki kadını da güçlendiriyor mu ne? En azından benim öyle oldu.
Erkek gibi yaşadıkça kendimi daha kadın gibi hissetmeye başladım!
Kimsenin ne diyeceğini artık hiç kafama takmıyorum bir kere.
Yargılanırsam, hoş görülmezsem korkusunu içimden söküp attığımdan beri, yani hayatımı bir erkek kadar şeffaf yaşamaya başladığımdan beri de kendime olan sevgim daha da köpürdü.
Zaten pek takmazdım da artık kimsenin hakkımda ne düşündüğü ve ne konuştuğu hiç umrumda değil.
Kadınsı kuruntular, paranoyalar, mevzuyu uzattıkça uzatmalardan tamamen kurtuldum.
Bir mevzuya üzülüp, kafayı takmam maksimum bir saat!
Bir erkek kadar umarsızım ve bundan çok memnunum.
Müthiş bir özgürlük bu...
Tabii bu arada yazının başındaki 'yakında bir erkeğe dönüşeceğim galiba' kısmı tamamen latife.
Dedim ya, kendimi bir erkek kadar özgür hissedince hiç olmadığım kadar da kadın hissetmeye başladım.
Evet biraz kafa karıştırıcı, ama işte insan yaşayınca anlıyor.
Kendimi böyle çok sevdim. Kim ne derse desin, size de tavsiye ederim.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kendi başını yiyesiceler
Bu memleketin bireyleri olarak topumuz birden ölmeyi bayılmak zannettiğimiz için geliyor bunlar başımıza.
Artık nasıl bir kolektif bilinç oluşturmuşsak 'bize bir şey olmaz' diyoruz başka da bir şey bilmiyoruz.
Misal; Bundan yıllar önce 'Çocuklar arkada özel güvenlikli çocuk koltuğunda oturtulacak ve araçta bu koltuktan bir tane bulundurma zorunluluğu olacak' dendi ya, bizim iskele babaları ucunda ceza yemek olduğu için bu zorunluluğa hemencecik uydu!
Çocuk koltuğunu aldı.
Ama gel gör ki 'arkada çok yer kaplıyor' deyip koltuğu bagaja koydu ve çocuklar yine her kazada camdan fırlayıp yollara saçıldı!
Kendisi emniyet kemerini geriden takar, trafik kurallarını hiçe sayar, kör kütük direksiyona oturur, rampada kamyon sollamayı marifet sayar, aracının kadranı kaça vurmuş gider kahvede arkadaşlarına gerine gerine anlatır sonra da bir gün üçüncü sıçrayışta biner imamın kayığına gider.
Kendi bilir, yesin başını da, işte başkalarının hele de kendi evlatlarının can güvenliğini de hiçe sayıyorlar ya, insan ona deli oluyor.
'Çocuk koltuğu nerede?' diyorsun, pişkin pişkin sırıtıp 'bagajdaaa!' diyor. Al o kafasını göm o bagaja!