Bu haftaki yazımı aman, sessizce ve içinizden okuyun… Sebep mi?

***

Dünyadaki farklı dallardaki yarışmalar ya da sanatsal ürünlerin kıyaslanmasında bazı yarışlar ya da ödüller diğerlerinden öne çıkar. Mesela Oscar ödülleri… Sinemanın dünyaca ünlü ödülü ve ödül törenlerine verilen addır ki; bu ödülü alan sinemacı, aktör, aktris, yönetmen, senarist ya da filmin kendisi, standartlarını aşmış, mükemmele yaklaşmış, belki de mükemmeli aşmış demektir.

Ya da Emmy ödülleri; televizyon yapımlarına verilen dünya çapındaki ödüldür. Grammy ödülleri misal; bunu da dünya çapındaki müzik ödüllerinin babası şeklinde tanımlasam sanırım yakışık alır.

Dünya ödüllerini anlatırken Nobel’i de atlamayayım; dünyamızda, kim insanlık için üstün hizmetler üretmişse belli bir süzgeç sonrasında, farklı dallarda verilen ödüldür Nobel… Edebiyat dalında Orhan Pamuk ve kimya dalında Aziz Sancar’ın, bu dev ödülü ülkemize getirenler olduklarını ve sadece iki kişiden ibaret olduklarını yazmadan geçmeyeyim.

Neyse, büyük kitleler tarafından kabul gören bu dev ödüller gibi ülkemize has yarışma ya da ödüller de var; mesela, Altın Portakal Film Festivali, Altın Kelebek Müzik ve Televizyon ödülleri… Ya da Yunus Nadi Edebiyat Ödülü, Attila İlhan Edebiyat Ödülü gibi…

***

İçerisinde bulunduğumuz hafta 30 Ağustos Zafer Bayramını barındırıyor. O zafer ki, yedi düveli dize getirmiş, yüz yıllardır Türk toplumuna yurt olmuş Anadolu’nun yurtluğunu perçinlemiştir. Elbet ki, başarıya susamış ve A takıma yükselmek için ter boşaltan genç futbolcular gibi özgürlüğüne susamış ve özgür ülkesi için düşmanına kurşun sıkan milletimizin ve başındaki, bir asır ileriyi gören bir dahi ile omuzdaşlarının marifetiyle…

Evet, Mustafa Kemal ve onurdaşları ve omuzdaşları… El birlik, Ağustos ayının 26’sından itibaren düşmanı, tabir yerindeyse süpüre süpüre 30 Ağustos’ta anayurdun, Türk milletine ait olduğunu tüm dünyaya haykırmışlardı.

***

O kutlu zaferden sonraki yıllarda, o günlerin anısını canlı tutmak ve geleceğe aktarabilmek için türlü törenler ve aktiviteler düzenlenir durur. Her ne kadar da son yıllarda bazı milli davalarımızın kutlamalarına gölge düşürülmek istense de, hasta yataklardaki devlet erkanı yataklarını terk edemese de ya da her ne hikmetse, hemen hemen her milli anmada ya da törende, devlet temsilcilerinden bazıları hasta olsa da, kendini ve cumhuriyet değerlerini bilenler bu törenlerin düzenlenmesine katkı koyar, katılır ya da hazır bulunur.

İşte bu Zafer Bayramı etkinliklerinden biri de aslında ilki 1927 yılında koşulmuş olan Gazi koşusu… Yazımın başında anlattığım dünyaca ünlü ödüller ya da yarışmalar var ya? Ya da ülkemizdeki bazı yarışmalar ve ödül törenleri… İşte Gazi koşusu da, Türk atçılığının Oscar’ı… Nobel’i… Bir yazar, Yunus Nadi Edebiyat ödülünü aldığında nasıl onurlanıyorsa, bir şair Attila İlhan Şiir Ödülünü aldığında nasıl gururla doluyorsa, bu yarışı kazanan at sahibinin ya da jokeyin de göğsü şerefle dolar. Neticede atçılığın ülkemizdeki Nirvana’sı da bu koşudur; Gazi koşusu…

Gazi Mustafa Kemal onuruna ilk kez o yıl koşturulan yarışı “Neriman” adlı kısrak kazanmıştır. Sonrasında da kesintisiz bu yıla kadar koşulmuştur. 1979 yılına kadar Ankara’da, 1980 yılından beri de İstanbul Veli Efendi Hipodromunda koşulmaktadır. İlk beşe giren 3 yaşlı İngiliz tay sahiplerine para ödülünün yanı sıra, birinciye heykeltıraş Doç. Dr. Şadi Çalık’ın eseri olan som gümüşten Atamızın at üzerindeki heykeli verilmektedir.

Zafer Bayramı koşuları Gazi ile sınırlı değil bu arada… Aynı gün, farklı kategorilerde; Anafartalar, Nene Hatun, I. ve II. İnönü koşuları da var.

Yazımın başında “bu haftaki yazımı aman, sessizce ve içinizden okuyun” diye yazdım. Haksız da sayılmam! Aman ses çıkarmayın! Milli bayramlarımızın tüm coşkusunu ellerimizden almaya çalışanlar, Gazi koşusunun ve diğerlerinin de varlığının farkına varıp adını değiştirmeye kalkmasın ya da tümüyle engel olmasın!

Dipnot; “Bir millet düşünmeye başlarsa, onun zaferini hiçbir güç engelleyemez.” Voltaire.