Bu gazetenin şiarı olduğu kadar, bugünleri doğru okumanın da önsözüdür. Birinci çoğul şahıs olarak yazılması boşuna değildir, önemlidir. Bireysel niteliklerin, toplumsal kalitedeki yerini ve anlamını vurgular.
Hamaset ve ajitasyon malzemesine dönüştürülmesi, yeterince kanıtlandığı gibi, bilinçsizce yapılıyorsa saçmalık, bilinçli yapılıyorsa en hafif deyimle kötülüktür. Gelecekten ne anladığımızla, hepimiz derken kimleri işaret ettiğimizle, sorumluluktan neyi amaçladığımızla doğrudan ilgilidir. Bunlara dair bilgi, ruh ve irademiz yoksa dilimizde içi boş kabak gibi sallanır, söyleye söyleye eskittiğimiz nice kavram gibi, sakilleşir, çürük sakıza dönüşür. Bugünden, şimdiden, şu andan söz etmektedir. Yalnızca bir temenni ya da uyarı değildir, aksine hepimize tutulmuş bir ayna, rötuşsuz “photoshop”suz fotoğrafımızdır. Vah ki, bal gibi bilinen ama “geleceği geleceğe bırakmak” gibi paradokslara kurban edilen, habire başkalarına ihale edilip, işin bize dair yanı halı altına süpürülen bir gerçekliktir.
“Bireysel niteliklerin, toplumsal kalitedeki yerini ve anlamını vurgular” derken, neyi anlatmaya çalışıyoruz? Öyle uzun uzun tahlillere, kavram tanım bulamacında kaybolmaya gerek yok. Bir başına dağda bayırda yaşamadığımıza göre, bir arada yaşamanın gereklerini yerine getirmek zorundayız. Bunun birinci koşulu da, birbirimize ve bizi bir arada tutan şeylere dair sorumluluğumuzdur.
Fırıncı polisin malını mülkünü koruyacağına inanıp güvenirken, polis de aldığı ekmeğin sağlıklı olduğuna inanır. Hukuka ve adalet sistemine inanıldığı için, çağdaş toplumlarda hiçbir birey kendi hukukunu ve adaletini dayatamaz. Sınırı korumakla görevli asker, sınırın içinde işlerin yolunda gittiğine, örneğin çocuğunun okulda iyi eğitildiğine güvenmek zorundadır. Yoksa bireysel çöküntüler, toplumsal kaoslar o coğrafyayı ya cehenneme, ya da çıldırmışlar ülkesine döndürür.
“Gözü arkada kalmak” deyimi en çok, bu güven ve inanç silsilesinden yoksun coğrafyalarda kullanılır. Peki, gelişmiş ya da çağdaş toplumlarda bunların ihlal edildiği olmaz mı? Elbette olur ve bunun adına toplumsal skandal, travma, şok adı verilerek, sorumlularının burnundan fitil fitil getirilir. Çünkü oralarda, örneğin “Çalıyor ama çalışıyor” diyen soysuzluk itirafçısı anlayışın, “Çalıyorsa benim malımı çalıyor, size ne oluyor” diyen sefil kölelik ruhunun, “Bendense suçsuzdur” gibisinden mide bulandırıcı zihniyetlerin, “Ben yaptım oldu” diyen faşist dayatmaların kabulünden ve bağışlanmasından söz edilemez. Gelişmişlik “karakter”den beslenmiş, düne saygı, bugünü sahiplenme ve yarına sorumluluk bir hayat tarzına dönüşmüştür.
Gelecekten sorumlu olmak, geçmişi bilmekten ve geleceği öngörmekten beslenir. “Du bakali n’olcek?” sorusu ya da “Eşekle kurt masalı” gibi meseller, yazarların kaleminde güzeldir ve ibret almamız için üretilmişlerdir.
Geçmiş, bir masal değildir. Tarih, tekerrür etmesin diye, her türlü bilgi, belge ve yaşanmışlıkla kendini toplumlara ve ülkelere sunar. Tarihin evrimi acımasızdır, yararlanan yürür, yararlanamayan tökezler, düşer, elenir. Toparlanması güçtür, uzun emekler ve uyanışlar ister. Her zaman bir Mustafa Kemal Atatürk bulunmaz, böyle toplum liderleri ve devrimciler yüz yılda bir gelen şanstır. Evrimi, devrimle belirlemek ve yönlendirmek, yalnızca insana özgüdür. Başarmak yetmez. Değerini bilmek, korumak ve daha da geliştirme bilincine sahip olmak gerekir.
Gelecek bir gün gelir ve hepimize şunu sorar: bana dair sorumluluğu ne yaptın?
Bugünkü şaşkınlığın, dağınıklığın, telaşın, kirliliğin ve içler acısı hazırlıksızlığın nedeni, bu sorunun bir gün sorulacağını bir türlü öngörememektir. Zaman, har vurup harman savursun diye insana bağışlanmamıştır. Deniz biter, mehtap söner, rüzgâr kesilir. Karaya vurmuş döküntü gemilerin hüznü başlar. En acısı da, onlardan medet uman, bel bağlayan, aidiyetlerini armağan eden yolcuların düş kırıklığıdır. Dört saati aval aval geçirip, son beş dakikada kâğıt doldurmaya çalışan öğrencinin sonu bellidir: çakmak! “Kurtarma sınavında hallederim” mi diyorsun? Ya bu sınav, zaten o sınavsa? Gelmez dediğin gelecek, şimdi kapıyı çalıyor. Açabilecek misin? Böyle bir yazı yazmanın kederini, anlayabilecek misin?