Bir hayvan sahiplenirken, normal şartlarda onların ortalama ömürlerinin bizden kısa olduğunu; eninde sonunda bu acıyı yaşayacağımızı biliyoruz. Ama hayat ortalamalara, istatistiklere bakmıyor. Bugün varız yarın yokuz.
Geçtiğimiz hafta sosyal medyada bir paylaşıma denk geldim. Fotoğrafta güzeller güzeli bir köpek. Bir köşeye sinmiş, çenesini uzatmış öne doğru, üzgün gözlerle bakmış objektife. Sahibi hayatını kaybetmiş, bir başına kalmış. Sahibinin akrabaları istememiş, “bakamayız” demişler. Onu sahiplenecek biri acilen çıkmazsa, barınağa bırakılacakmış.
İlanı okuyunca içim parçalandı.

***

Biliyorsunuz, ben de yakın zaman önce kedimi kaybettim. “Ya ben ondan önce ölseydim, ne olurdu”, diye düşündüm. “İyi ki böyle bir şey olmamış” diye geçirdim içimden.
Sonra aklıma ünlü Fransız aktör Alain Delon'un geçtiğimiz ay yaptığı bir röportajında söylediği ve büyük tartışma yaratan açıklaması geldi. Köpeği Loubo'ya çok düşkün olan 82 yaşındaki Delon, “ölüme hazırım, korkmuyorum” dediği röportajında köpeğinin kendisinden önce ölmesini umduğunu söylemişti. Delon şöyle devam etmişti: “Ama eğer ben ondan önce ölürsem veterinerim köpeğimi uyutacak. Köpeğimin benim arkamdan üzüntüden ölmesindense böyle olmasını tercih ederim.”
Delon'un köpeğini uyutma fikrine şiddetle karşıyım. Köpeğin yaşam hakkını elinden almaktansa, -maddi durumu da müsaitken- Loubo için güzel ve güvende olabileceği bir geleceği pekala garanti altına alabilir diye düşünüyorum.
Ama bir yandan da Delon'un köpeğini emanet edeceği kimsesi olmayışının ve köpeğini yapayalnız bırakma fikrinin onu ne kadar korkutmuş olabileceğini de anlıyorum.

***

Çocuğunuz, aileniz gibi sevdiğiniz dostunuzu kaybetmek zor. Ama bizler bir şekilde başa çıkıyoruz.
Sonuçta her gün, her dakika aklımıza getirmesek de “ölüm gerçeği” ile yaşıyoruz. Yaşamayı öğreniyoruz.
Ya hayvanlar?
Çok sevdikleri sahipleri bir gün aniden ortadan yok oluyor.
Bekliyor, bekliyor, ama O bir daha kapıdan içeri girmiyor.
Hele bir de onları sahiplenen çıkmazsa...
Bir evin en kıymetlisiyken, bir barınakta kafesin içindeki onlarca köpekten biri olmak... Sıcak yatağından sokağın ya da barınağın soğuk beton zeminine terfi etmek... Her gün leziz mamalarla beslenirken, kuru ekmeğin zor bulunduğu günler yaşamak. En kötüsü de sahibinin sevgisinden yoksun kalmak. Üstelik neden bu hale düştüğünü, sahibinin neden gittiğini bilmemek.
Hayvan sahiplenirken, iyi düşünmek lazım diyoruz ya; aslında sadece ömür boyu bu sorumluluğu alıp alamayacağımızı değil, bize bir şey olursa, onları kime emanet edebileceğimizi de düşünmemiz lazım.
Mesela Hristiyan'ların “Godparent” (vaftiz ebeveyn) diye bir geleneği var. Her çocuk vaftiz edilirken, ebeveynleri bir vaftiz baba (ve isteğe bağlı olarak vaftiz anne) belirliyor. Bu kişi çocuğa yetişkin bir birey olana kadar maddi manevi yardım edip, yol gösteriyor. Çocuğun anne ve babası hayatını kaybederse, çocuktan gayri resmi olarak o sorumlu oluyor.
Hayvanseverler için de can dostları çocuklarından farksız. O yüzden bence evcil hayvanlarımızın da birer 'godparent'ı olmalı.
Çok güvendiğimiz aile fertleri ya da “dost gibi” dostlarımızdan birini seçip, ne olur ne olmaz onlardan bir söz almalı.