Kıyamet sonrası bilim-kurgu türündeki kitaplar, filmler ve dizilerde en çok işlenen konu; doğanın insan eliyle yok edilmesi ve ardından tüm dünyanın cehenneme dönmesidir.
Yazarlar, senaristler ve birçok düşünürün de kıyametle özdeşleştirdiği senaryo doğanın yok olduğu bir ortamdır.
Mesela Mad Max’te tamamen çöle dönmüş bir dünya tasvir edilir. Hayatta kalan az sayıda insan barbarlaşmış; su ve benzin için kanlı savaşlar vermektedir.
Waterworld yani Su Dünyası filminde ise buzulların erimesiyle dünya sular altında kalmıştır.
Nükleer felaketler, iklim krizinin kontrolden çıkması, genetik mühendisliğinin doğayı bozması, aşırı tüketim ve nüfus artışı nedeniyle doğal kaynakların tükenmesi gibi birçok senaryo “kıyamet sonrası” bilim kurgunun odağında yer alır.
Yeşilin olmadığı, suyun tükendiği, doğal kaynakların bitmeye yüz tuttuğu, nükleer felaketler yüzünden çevrenin canlılar için yaşanmaz hale geldiği veya küresel ısınma nedeniyle dünyanın sular altında kaldığı senaryolar aslında kurgu olmanın ötesine geçiyor.
Bu senaryolar bugün yaşadığımız dünyanın geleceğine dair rasyonel öngörülerdir.
*
Küresel ısınmayı 1.5 derece ile sınırlayamadığımızda dünyayı bekleyen bilimsel tahminler ortadadır. Buzulların erimesinin neye yol açabileceği uzun yıllardır bilim insanları tarafından dile getiriliyor.
İklim bu hızla değişmeye devam ederse insanlığın başına gelecekler biliniyor.
“Dünya çok daha sık ve çok daha şiddetli doğal afetlerle sarsılacak” diyorlardı; bu öngörü artık yaşanıyor. Fırtınalar, kasırgalar, seller ve kuraklıklar toplumlar için artık büyük risk yaratmaya başladı.
“Ormanlar kuruyacak, aşırı sıcak hava dalgaları mega yangınları tetikleyecek” deniyordu. Bu olayları da dünyanın dört bir yanında yaşıyoruz.
Tahminlere göre, bu gidişat durdurulamazsa, 2100’e kadar buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyesinin 1 ila 2 metre aralığında yükselmesi bekleniyor. Bu da New York’tan İstanbul’a kadar 1 milyardan fazla insanın yaşadığı kıyı kentlerinin risk altına girmesi demek!
Su ve gıda krizi büyüyecek. Sadece 25 yıl sonra yani 2050’de dünya nüfusunun %40’ı su kıtlığından direkt etkileniyor olacak. Bu da küresel çapta tarımsal verimin azalması ve gıda fiyatlarının artması anlamına geliyor. Bilim insanları dünyayı bir açlık dalgasının beklediği konusunda uyarılarını yapıyor.
Buzulların erimesi, yüksek hava sıcaklıkları gibi durumlar salgın hastalıklara da yol açabilir. Yani insanlık aynı zamanda büyük bir sağlık krizi de yaşayabilir.
*
Bakın bu yazdıklarımın hiçbiri kurgu değil. Birileri kafadan atarak bu senaryoları yazmıyor. Hepsi bilimsel araştırmalar, mevcut veriler ışığında olabilecekleri bize gösteriyor.
Yani bilim, insanlığı ayağını denk alma konusunda uyarıyor. Artık doğanın kıymetini bil, ormanlarını ve su kaynaklarını gözün gibi koru, biyoçeşitliliğin devamı için insan dışındaki diğer canlıların da yaşamına değer ver, küresel ısınmanın ve iklim krizinin kötüleşmemesi için fosil yakıtları bırak, plastik kullanımından vazgeç, ihtiyacından fazlasını tüketme, tasarruflu ol vs.
Bugün bu adımları atmazsak, yarın kıyameti tam anlamıyla yaşayacağız. Bizden sonraki nesiller de bizlerin mahvettiği bir kıyamet sonrası dünyada yeniden var olma savaşı verecek.
Biyolojik çeşitliliğin kurtuluşu bitkisel beslenmede saklı
Yeni bir araştırma bitkisel beslenmeye geçişin giderek azalan biyolojik çeşitliliğin sürekliliği açısından büyük fark yaratabileceğini ortaya koydu.
İngiltere merkezli The Food Foundation’ın raporuna göre Birleşik Krallık genelinde bitki bazlı beslenmeye geçiş ile önümüzdeki yüzyılda yaşanması beklenen “türlerin yok oluşu” %58 oranında azaltabilir.
Rapor hayvansal kaynaklı gıdaların yoğun olarak tüketildiği beslenme biçimlerinin biyoçeşitlilik ve doğa kaybına büyük katkı koyduğu belirtilerek; bunu engellemeye yönelik hükümet politikalarının ve bitkisel beslenmeye geçişin küresel ölçekte biyoçeşitliliğinkorunması üzerinde fark yaratacağı ifade edildi.
The Food Foundation resmi web sitesinde yayınladığı raporun girişinde doğa ve biyolojik çeşitliliğin hem gezegen hem de insan sağlığı için kritik öneme sahip olduğu ancak buna karşın küresel bir krizle karşı karşıya kaldığımız vurgulandı. Mevcut gıda sisteminin gerek sera gazı emisyonlarına gerekse biyolojik çeşitlilik kaybına yol açarak gezegene ciddi zarar verdiğinin altı çizildi. Raporda, “Ne yediğimizi ve gıdayı nasıl ürettiğimizi yeniden düşünmek, mevcut gıda sistemlerinin doğa ve çevre üzerindeki zararını azaltmanın yanı sıra halk sağlığı ve ekonomi için de önemli faydalar sağlama potansiyeline sahiptir” ifadeleri kullanıldı.
Orman yangınlarında iklim değişikliği etkisi büyük
İklim değişikliğinin etkisiyle her geçen yıl daha da yükselen hava sıcaklıkları ve buna karşın azalan yağışlar orman yangını ve kuraklık tehdidini de artırıyor.
World Weather Attribution tarafından Ağustos ayında yayınlanan yeni bir araştırmaya göre iklim değişikliği bu yaz özellikle Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ta çıkan orman yangınlarının şiddetini büyük ölçüde tetikledi.
World Weather Attribution'ın (Dünya Hava Durumu Atıfı) araştırma kapsamında paylaştığı bazı veriler ise şöyle sıralandı:
Haziran ve temmuz aylarında Avrupa’daki orman yangınlarında;
• 20 kişi öldü.
• 80 bin kişinin tahliye edilmesi gerekti.
• 1 milyon hektardan fazla alan yandı.
Bu rakamlarla 2025, Avrupa'da kaydedilen en kötü orman yangını yılı olarak kayıtlara geçti. Yangınların geçmiş yıllara göre yüzde 22 daha yoğun yaşandığı kaydedildi.
Haziran ve temmuzda Doğu Akdeniz'de hava sıcaklıkları 40 santigrat derece üzerinde kaydedildi; aşırı kuraklık ve kuvvetli rüzgarlar orman yangınlarının hızla yayılmasına ve güçlükle kontrol altına alınmasına yol açtı. WWA elde edilen bulguları "endişe verici" olarak nitelendirdi.
Öte yandan paylaşılan verilerde Türkiye’nin oranları da kaygı yarattı. Resmi rakamlara göre yangınlar nedeniyle tahliye edilen 80.000 kişinin yaklaşık 50.000’i Türkiye’den oldu. Ölen 20 kişinin ise 17’si ise Türkiye’deki orman yangınlarda yaşamını yitirdi.
KULAĞIMIZA KÜPE OLSUN
“İnsanlar gibi hayvanlar da belirgin biçimde haz ve acıyı, mutluluk ve kederi hissederler”
— Charles Darwin (The Descent of Man)