Murat Attila ve Hakan Dirik’le, anlamsız bir trafik keşmekeşine sabrederek Dikili’ye ulaştık. Seçkin Öner’le buluşup, alandaki yerimizi aldık. CHP Genel Sekreteri, İzmir İl Başkanı, Dikili İlçe Başkanı, milletvekilleri, sendika ve demokratik kitle örgütleri, Bergama Belediye Başkanı dostum Mehmet Gönenç ile Hüseyin Yurttaş ve Osman Özgüven ağabeyler başta olmak üzere memleket için düşünenler, bir şeyler yapmak için çabalayanlar hep birlikteydik. Gerekçemiz, gazeteci kardeşim Gökmen Ulu ve hukukun tam ve eksiksiz işlemesini bekleyen tüm tutuklu insanlarımız için, gidişata dair beklentilerimizi dile getirmekti.
Bizden önce gelen gazeteci arkadaşım Sinan Kara’ya Dikili Belediye Başkanı'nı sordum, başlarda oradaymış, bir süre sonra gitmiş. Basın açıklaması sonuna dek, kendisini hiç görmedim. İşleri çok, başı hayli kalabalık olmalıydı.
Konuşmaları dinlerken, kalabalığı gözlerken, ailesine bakarken ve Gökmen’in mesajına kulak verirken, yazmanın üstünden hayli zaman geçmiş bir tümce, kafamın içinde yine dönüp durmaya başladı: “Öyle demlerden geçiyoruz ki, işimizi nasıl yaptığımızı, neler ürettiğimizi değil, bizzat işimizi ve onunla bütünleşen kimliğimizi ve kişiliğimizi savunmaktayız artık…”
Doktorluğu değil doktoru, karikatürü değil karikatürcüyü, kent planlamayı değil kent planlamacıyı, sanatı değil sanatçıyı, gazeteciliği değil gazeteciyi ve gazeteyi… Uzayıp gider bu liste. Kuşkusuz kimliği ve kişiliği savunurken, işimizi de savunmak ve korumak meselesiyle de yüz yüz yüzeyiz. Çünkü yalnızca o işlerle uğraşanların değil, bizzat o işlerin yaşam alanlarının daraltılmaya, gündemden çıkarılmaya, itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını söylemek için, çok fazla bir zekâ gerekmiyor.
Buradaki hazin çelişki, mesela bu olumsuzluklara su taşıyanların, ihbar edip hedef göstererek zaman ve zemin yaratanların, yine kendilerini “gazeteci” olarak adlandırabilmeleridir. Gelecekte bugünlerin tarihini okuyanlar, bu konudaki sayfaların çokluğuna ve sorumlularına bakıp, herhalde övünmeyecek, böyle bir tarihe sahip oldukları için sevinmeyecektir. Bunlara ortam yaratanların çocukları ve torunları içinse, böylesine bir mirasın ne anlama geleceğini tartışmak bile gereksizdir.
Gerek basın açıklamasının, gerekse yaşananlar hakkında görüş bildirenlerin, Dikili’de bir öğle vakti söyledikleri çok yalın ve çok acil davranılması gereken tespitlerden ve sorulardan oluşuyordu:
Haklarındaki iddialar yetersizdir, hukuk ve vicdan açısından tartışmalıdır. İddialar ile suçlananlar arasında, geçmişten bugüne vahim uyuşmazlıklar vardır. Ömrü FETÖ gibi bir oluşumu belgelemek, yazmak ve kamuyla paylaşmak, teşhir etmek, kısaca “gazetecilik” yaparak geçenlerin, bugün “üye olmamakla birlikte yardımcı olmak” gibi suçlamalarla karşı karşıya kalma gerekçesinin belgeleri ve kanıtları, çok sarih ve tartışılmaz olmalıdır. Devamını ve daha ayrıntılı soru ve talepleri, benzer davalardaki savunmalardan, belge ve fikir sahiplerinin açıklamalarından okuyor ve dinliyoruz.
Hukuk ve kurumları, kuşkusuz dış müdahalelerden, belirleme ve etkileme çabalarından, konjonktürel davranış ve tutumlardan azade, kendi kuralları ve uygulamaları ile çalışmak durumundadır. Toplumsal yapının esenlikli, güvenilir ve çağdaş niteliklerle yurttaşlara mutluluk vermesi, her alanda olduğu gibi, hukuk alanında da olmazsa olmazlara bağlıdır. Bu beklentiler ile gereklerinin üstüne gölge bile düşmemesi, “yurttaşlık” hak ve görev tanımının birinci maddesi sayılmalıdır. Yakın geçmişte, bu gerçekliğin ihlal edilmesinin nelere yol açtığı, henüz kurumamış mürekkepleriyle ve birer ibret belgesi olarak karşımızdadır.
Kısaca, her yaşamın her alanı ile ve kendilerini o alanlarla tanımlayıp, yaşamlarını sürdürenlerin, mesleki ve kişisel onurlarını ne kadar savunduklarının sınandığı, ne yapıp yapmadıklarının tarih ve vicdan açısından izlendiği bir süreçten geçiyoruz. Bu bir sorumluluktur ve demokrasi hiç kimseye bu konuda muafiyet tanımaz.