Bugün ilk adımı attığımız Ağustos ayı İzmirliler’e kötü bir sürpriz yapabilir. Yaklaşık 30 yıl aradan yeniden su kesintileri ile tanışabiliriz.
Aşırı sıcak hava koşulları kentin su kaynaklarını hızla tüketirken, tasarruf tedbirlerine uymamakta direnen vatandaş, suyunun kesilmesi ile terbiye edilmeye çalışılacak.
İşe yarar mı?
Göreceğiz…
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın mesaisinde en önemli payı su sorunu alıyor. Yaptığı açıklamalar, Kasım ayına kadar durumun tasarruf ve kesinti önlemleri ile idare edileceğini gösteriyor.
Ben ise konunun bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum…
Türkiye, dünyanın en fazla su tüketen ülkeler sıralamasında dokuzuncu sırada yer alıyor. Listenin birinci sırasında Yeni Zelanda yer alırken, ilk 10’da bulunan diğer ülkeler sırasıyla ABD, Estonya, Kanada, Yunanistan, İspanya, Avustralya, Meksika ve Japonya olarak kayıtlara geçti.
Kişi başına kullanılabilir su miktarımız göz önünde bulundurulduğunda, su stresi çeken bir ülke olarak kabul ediliyoruz. Projeksiyonlara göre, bugün 1.519 m3 olan kişi başına düşen su miktarı 2030 yılında 100 milyonluk nüfusla 1100 m3'e düşecek ve Türkiye “su fakiri” bir ülke olacak.
ÇOK SU TÜKETİYORUZ
Kişi başına günlük 190 litre su tüketimimiz ise global ortalama olan 80 litrenin iki katından fazla. TÜİK verilerine göre Belediyeler tarafından içme suyu şebekesine çekilen kişi başı günlük ortalama su miktarı 217 litre olarak hesaplanıyor. Üç büyük şehirde ise kişi başı günlük ortalama su miktarı İstanbul için 189 litre, Ankara için 227 litre, İzmir için 173 litre olduğu anlaşılıyor.
Ve üzerinde en çok durulması gereken konu:
Dünya su kaynaklarının yaklaşık %70’i tarımsal amaçlı kullanılıyor. Bunu %19 ile sanayi ve %11 ile evsel kullanım izliyor.
Türkiye’de de durum farklı değil. Toplam tatlı su kaynaklarımızın %15’ini evlerde tüketiyoruz. Yani ne kadar tasarruf sağlarsak sağlayalım, bu yüzde 15’lik dilimdeki payı biraz olsun artırabilme şansına sahibiz.
Bunun için aynı suyu aynı musluktan üç kez akıtmamız gerekiyor.
Bunun için dünyada ve teknolojide iyi uygulama örnekleri de var.
“Gri sular”ın geri kazanımı bu teknolojilerin başında geliyor…
Yetişkin bir bireyin günde tükettiği ortalama 200 litre suyun yüzde 40’ı duş, küvet ve lavabolarda kullanılıyor. Bu oran otel, yurt ve ticari işletmelerde yüzde 60’a kadar yükselebiliyor. Gri su olarak adlandırılan bu atık suyun, geri kazanılarak tuvaletlerde ve bahçe sulamasında kullanılması ile her yıl yüz milyonlarca metreküp su tasarrufu sağlamak mümkün.
1-2’LİK EK MALİYET
Dünyanın pek çok ülkesinde kullanılan bu sistemlerin; başta konut siteleri, hastaneler, fabrikalar, apartmanların yapım aşamasında kurulması hem kolay hem de daha az maliyetli…
Bu konuda gerek yerel yönetimlerin gerekse iş dünyası temsilcilerinin farkındalığa sahip olması gerekiyor.
Sözgelimi yüz daireli bir konut sitesinde ya da bin çalışanı olan bir fabrikada henüz mimari çizim aşamasında gri su arıtma sistemlerini planlamak, yapıların toplam maliyetlerine yüzde 1-2 gibi ihmal edilebilir düzeylerde etki edebiliyor. Ek bir maliyet kalemi olarak görülse dahi, konutların pazarlamasında yapı şirketlerin elini güçlendiren bir unsur olacağı aşikâr…
PAZARLAMA ARACI
Aynı şekilde tüm yapıların tasarım aşamasında sifonik sistemler kurularak yağmur suları yer altı ve yer üstü depolarında biriktirilmesi gerekiyor. Son haftalarda İstanbul’da 2 bin metrekare ve üzeri binalarda sifonik sistemlerin zorunlu hale getirilmesi, Ankara Gölbaşı Belediyesi’nin benzer uygulamaları elbette alkışlanacak bir gelişme.
Nasıl ki bugün bir konut alırken ilk sorduğumuz soru depreme dayanıklı olup olmaması ise, benzer bir bilinç yakın gelecekte konutların ve fabrikaların gri su geri kazanımı, kendi enerjisini kendisinin üretmesi gibi konularda öne çıkacak.
Yerel yönetimlerimiz ve OSB yönetimlerimiz bu noktada proaktif tutum takınarak, proje aşamasındaki konutlarda ve fabrikalarda gri su ve yağmur suyu geri kazanım sistemlerinin kurulmasını zorunlu tutabilir. İzmir, İstanbul, Edirne gibi yoğun kuraklık yaşayan kentlerimizin bu konuda örnek olması gerekiyor.
YENİ BİNA VE FABRİKALARIN ÇATILARI GES KURULUMUNA UYGUN OLARAK İNŞA EDİLMELİ
Gri su geri kazanımı için gerekli olan zorunluluk, çatı tipi Güneş Enerjisi Sistemleri (GES) için de geçerli. Türkiye’deki mevcut konutların büyük çoğunluğunda çatılar; yön, açı ve binaların statik taşıyıcı güçleri dikkate alındığında GES projelerine uygun değil.
Zaten pek çok vatandaşımız da sağ olsun, yarın öbür gün imar affı çıkar, bir kat daha çıkarım diyerek, doğru dürüst çatı düzeneği bile kurmuyor. Yeni yapılacak tüm binalar ve fabrikaların çatıları fotovoltaik güneş enerjisi panellerine uygun inşa edilmesi gerekiyor. Çok zor değil, tüm siyasi partilerin ortak inisiyatifi ile büyükşehir belediyelerinin meclislerinde kararlar alınarak zorlayıcı hükümler getirilebilir. Bu önemli konu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın seçim öncesindeki vaatleri arasında da yer alıyordu.
Belediyelerimiz hem kanunların yapımında hem de uygulamada belirleyici olmalı. İnşaat ruhsatı verirken, binanın ya da fabrikanın GES panellerine uygun projelendirildiğine dikkat etmeli.
Hem yerli ve sürdürülebilir enerji kaynağı güneşten yararlanılmalı hem de görüntü kirliliği oluşmamalı.
**************
BUZLU SU DOLU LEĞEN ÇILGINLIĞINA N’OOLDU?
Sizi tam 11 yıl öncesine götüreceğim.
Sosyal medya bağımlısı bir ülke oluşumuzun, bizleri basıl gülünç noktalara sürüklediğini hatırlayın istiyorum.
2014 yılı Ağustos ayında Türkiye’yi adeta bir çılgınlık sarıp sarmalamıştı. ALS ve MS hastalarının problemlerine dikkat çekmek isteyen “klavye kahramanı” vatandaşlarımız, başlarının üzerinden buzlu su dolu leğenleri boca edip, görüntülerini sosyal medyada yayınlıyorlardı. Bu saçmalığa ünlü sanatçılar da katılmakta gecikmemişlerdi.
İçinde samimiyet ve bilimsel bilgi bulunmayan bu vasat gösteri, saçmalama sınırlarını zorlar olmuştu. Zaten necip milletimiz ALS ve MS hastalığının adını türkücü Safiye Soyman ve popçu Serdar Ortaç’ın rahatsızlıkları ile öğrenmişti. Sözüm ona bu hastalığa yakalanan vatandaşlarımızın sorunlarına parmak basıyordu.
Aradan 11 koca sene geçti.
Bu ucuz gösteriyi eminim pek çoğunuz hatırlamıyorsunuz bile. Ancak ALS ve MS hastalarının sorunları olduğu yerde duruyor.
Demem o ki, duyarlılık göstermek sosyal medyada gösteri yapmakla olmuyor. İnsanların bilgisayar başında değil, sokakta örgütlendiği toplumlar haklarını arayabiliyor, çözümlerini kendileri yaratıyor. Diğerleri ise leğenlerle boğuşmaya devam ediyor.