Günümüzün en çok okunan gülmece yazarı o.
Neredeyse yarım asırlık
taşlama ve yergi ustasıdır...
Yaşayan Türkçe'yi iyi kullanan, dilin kıvraklığından en iyi yararlanandır.
Yazmayı; hayatın ve insanın doğal uzantısı görendir!
147 kitaba (98'i çocuk) sahiptir.
Kitaplarını okurken sevenlerinin ortak noktasıdır "biz onu okurken hep gülümseriz birden kendi kendimize!" demek!


facebook_1501920994648"Muzaffer İzgü"

dediğinizde "Zıkkımın Kökü" gelir akla hemen.
Yazarın memleketi Adana'daki garibanlık içinde bir gecekonduda geçen çocukluğu ve gençliğini -dram ve mizahla- anlatan yaklaşık yüzbin baskı yapan kitabı.
25 yıl önce de sinemaya uyarlanan filmi...
Tokyo'dan Paris'e, Hindistan'dan Çin'e kadar ödül kazanan Memduh Ün'ün çektiği film.
Ve...
Kitaba uygulan sansür de!
Hani Bursa-Osmangazi'de bir Türkçe öğretmeni, öğrencilerinden kitabın özetini çıkarmasını ister de, bir işgüzar velinin şikayetiyle başına gelmedik kalmaz öğretmenin.
Gerekçe; "Ergenlik çağındaki çocuklara uygun olmaması"dır(!)
Soruşturma açılır, oluşturulan komisyonca kitap sansür edilir.
(Şeker Portakalı, Fareler ve İnsanlar'ı yasaklayan zihniyetten ne beklenirdi ki?)
Muzaffer İzgü de durumu "İşte yasakçı kafanın ürünü" diye tek tümcede özetler.
Bu ülkede kitaplar, Eski'sinde de Yeni'sinde de "tehlikeli" hatta "bomba" sayılmadı mı, yakılmadı mı hep?

***

"İyi Kitap" dergisinden Melisa Ceren Hasmaden'e bir röportaj vermiş İzgü, şu anekdotu anlatmıştır;
"Bir gün Ankara’da bir söyleşiye gittim.
Orada anneanne, anne, çocuk; üç okurum ile karşılaştım.
Anneanne okumuş, anne okumuş kitaplarımı, çocuk üçüncü sınıfta, o da okuyor.
Konuştukça fark ettim, dilleri de aynı, konuştukları şeyler de aynı!"
Ve sonra da eklemiş;
“'Muzaffer İzgü dünyaya geldi, okudu, düşler kurdu ve gitti' diyecekler arkamdan.”
Bir tevazu sahibi yazar için her kuşağa hitap edebilmek...
Bundan büyük onur ne olabilir!..

***

Yazının bu bölümünde İzgü'den bir gülümseten "gerçek" alıntılayalım;
"Babam ve annem öyle bir Atatürk düşkünü ki, Cumhuriyet sevdalısı insanlar.
29 Ekim 1933’te Adana'da Cumhuriyet Bayramı töreni Atatürk Parkı’nda yapılıyor.
Töreni izleyen annem, akşam da Saat Kulesi civarında fener alayının olacağını öğreniyor.
Bana hamile, doğurdu doğuracak ama çaresi yok fener alayını görecek.
Babam diyor ki:
‘Bak karnın burnunda oraya gidip başımıza iş açma.’
Annem dinlemiyor tabi ve bir komşu kadınla birlikte törene gidiyorlar. Mahşeri kalabalığın arasına karışıyorlar.
Yağ Cami civarından bando gözüküyor, tam o sırada da annemin sancılar başlıyor.
Komşu kadın sağına bakıyor yoğun kalabalık, soluna bakıyor yoğun kalabalık, sancısı tutan annemi dışarı çıkaracak bir yer yok.
Akıllılık ediyor, annemi bandonun arkasına takıp, onunla birlikte eve doğru yürümeye başlıyorlar.
Bando tabi ki marş çalıyor, tam da onuncu yıl…
Mızıka takımı 'Çıktık açık alınla' dedikçe, ben de annemin karnından çıkmak için bağırıp duruyormuşum.
Yani ben, Cumhuriyet’in kuruluşunun onuncu yıl dönümünde, mızıka takımı ile birlikte doğuyorum.
Var mı bundan daha büyük mutluluk?”
Olur mu Hocam olur mu?

***

İzgü Hocam şimdi sağlık sorunlarıyla boğuşuyor.
Bir süredir hastanede...
O bizlere 60 yıllık birikimlerini ve kalem ustalığını sundu.
Bizim de şimdi
İzgü Hoca'ya Okan Yüksel Ustam'ın bana çok sevdirdiği Hilmi Yavuz'un dizeleri “sevdamızı alaca/kıl bir heybe gibi”yi sunarak hastalığını yenmesi için dualar, şiirler okumamız gerekiyor…
Hadi ayağa İzgü Hocam, kalk ayağa!