Sonbaharın son ayı…
Maalesef “Sonbahar vurgunu” devam ediyor…
Romanlara, şiirlere konu olan ölümleri, dünyaya el sallayıp ayrılanları yazdık… Şair, sporcu,
sanatçı dostları sonsuzluğa uğurladık…
Korona belası… Şimdi de deprem… Hem de Batıya açılan penceremiz İzmir’imizde…
Evet, kısıtlı ve yasaklı olarak Cumhuriyetimizin 97. yılını kutladığımız günün ertesinde ne acıdı ki
6.9’luk deprem afeti İzmir’i can evinden vurdu. Bir hafta boyunca vurgundan, yıkılan binaların altından analar, babalar, çocuklar sağ olarak çıkarıldı… Rıza Bey, Doğan Bey, Emrah Bey apartmanları ve diğerleri…
Ambulans seslerinin alkış sesine dönüştüğü günler yaşadık…
Bu arada siyasetçi, gazeteci, sanatçı dostlar da kah ecelinden, kah salgından, kah depremden aramızdan ayrılıp gittiler. Son olarak İGC Başkanı sevgili Misket Dikmen’in değerli sanatçı babası Toygun Dikmen’i de Urla’da toprağa verdik…
Bu vurgunda Seferihisar’da tsunamiyi bile yaşayıp gördük. Ah! bu vurgunlar: Yangınla, salgınla, sallantıyla birer ikişer bizi, bizden alıp götürüyor…
***
Deyim yerinde ise hepimiz elimiz kolumuz bağlı olarak beyaz camın karşısına geçip akan yazılardan aramızdan ayrılanların rakamlarını takibe başladık. Bayraklı’ da yıkılan binaların altından canlı çıkarılan canlara sevinirken, bunun yanı sıra 114 canın gidişini “Ahlar- vahlar”la sayıklıyoruz…Bu kaderin bir oyunu mu? “Kader” ise, kaderimizle arkadaş- dost olmayı bile beceremedik galiba! Şarkı sözlerindeki gibi, gözlerimiz yaşlarla dolup taştı da “Niye seçti kader bizi, Yaşadık mı, öldük mü?” anlayamadık!
Ama vurgunun en acı tarafı da müteahhitlerin, siyasilerin, düşmanlara taş çıkartacak kadar hırsızın, vurguncunun icra-i sanat etmesi idi. Tıpkı Varto, Yalova depremlerindeki gibi...
Vurgun bitti mi? Yok canım! Sadece bizi bizden alıp götürmekte…
Ülkemizde aynı anda virüsle depremle, yolsuzluklarla, cehaletle savaşıyoruz…
Gerçekten de dünyada Türk milletinden daha güçlü ve dayanıklı bir toplum yok!
***
Görenler anlatıyor; İzmir Metrosu'nda ayakta duran üstleri toz toprak içinde olan arama- kurtarma
ekibi kendilerine yolcular yer verdiğinde koltuklar kirlenmesin! diye oturmayınca duygulanan tüm
vagon ayağa kalkmış ve gidecekleri yere kadar ayakta gitmişler! Bizim ne güzel insanlarımızı var değil mi?
Amma ve de lakin, kolonu kırıp dükkan yapanlar da var!
Ya! toplanan yardım malzemelerini çalıp kaçan ve de satan “hırsızlara” ne diyelim?
Arşivimden 1983’lerden kalma şu fıkra ile bir gönderme yapayım…
***
Çiçero, hırsızlığı ve ahlaksızlığı ile meşhur olan bir avukatında bulunduğu kalabalık önünde nutuk
söylüyordu. Çiçero’yu çekemeyen o avukat kalabalık arasından fırlayarak bağırdı: “Hey, ne havlayıp duruyorsun orada?”
Çiçero hemen yanıtı yapıştırdı:
“Ne yapayım, bir hırsız gördüm de.”