Kalmadı bir zaman artık…
Ne kadar isterdim ay başından itibaren yollar, caddeler, sokaklar, meydanlar “Cumhuriyet” ile donansın… Çocuklara, gençlere yaşlılar anlatsın “Cumhuriyet’i nasıl birlikte kurduğumuzu”!
Ebedi Şefimizin, kısacık yaşamına nasıl bir milletin özgürlüğünü kazanmayı sığdırdığını. Tertemiz bir emanet bırakıp gittiğini.
Söz verdim yazıyorum şimdi size.
Cumhuriyetimizi kuran siyasal hareketin, bir zamanlar nasıl ısrarla vurguladığını “nereden nereye” geldiğimizi… Ben de kitaplığımda çıkan bu emaneti paylaşacağım iki gün kala Cumhuriyet Bayramımıza…
Halk Fırkası adıyla 9 Eylül 1923’te, Cumhuriyet Halk Fırkası adıyla da 10 Kasım 1924’te “halkın hizmetine” girmiş. Cumhuriyet Halk Fırkası, 1963 yılında da bir kitapçık hazırlayarak tüm ülkeye dağıtmış. Öyle sadece parti üyelerine de değil, tüm yurttaşlara. Kitabın adı “Milletin Hizmetinde 40 Yıl” ama bu parti tarihinden çok, Cumhuriyet Türkiye’sinin 40 yılı.
Mustafa Kemal Atatürk kokan siyasal hareketin, tam 40. yılında, ülkenin nasıl devralındığını kaydetmiş tarihe bu kitap.
Bugünkü CHP yöneticilerinin “yeniden okumaları” elzem bu kitabı. Çünkü emperyalistlerin sürekli olarak yıllardır “CHP ne yaptı ki ülkeye?” diye saçma sapan sordukları soruların yanıtları var. Fabrikasız, okulsuz, hastanesiz, borçlu, ekonomik kaleleri yabancıların elinde, salgın hastalıkların bitmediği, kadınların köle gibi olduğu bir ülkeden nasıl bir Türkiye yaratıldığının bilgileri var. Yıl yıl ne yapılmış, nereler kurulmuş, açılmış ve yabancıların boyunduruğundan kurtarılmış. Hepsi mevcut.
CHP tarihini önce gençlerin öğrenmesi zorunlu. Yaşı ilerlemiş olanların hatırlaması şart. Ben “tarihçi” olarak değil, hatırlatan gazeteci olmayı tercih ediyorum. Bu kitabı da orijinal haliyle İzmir Büyükşehir Belediyesi APİKAM’a bağışlayacağım. Oradaki arkadaşlarımız, kitabı en kısa zamanda internet sitesinden okurlarla buluşturacaklardır. Başkan Tunç Soyer’e bizzat vermek ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu haberdar etmesini de isteyeceğim. CHP arşivinde vardır belki ama, halkın okumasına açılması da hafızaları tazeleyecektir. Çünkü 29 Ekim sadece bir kutlama günü değil, hafızalarımızı tazeleme günü de olmalıdır. CHP İzmir İl Başkanı Deniz Yücel de isterse, kendisine takdim ederim kopya olarak. Çünkü sanırım önce İzmir CHP örgütlerinin “hafıza tazelemesine” ihtiyacı var.
Salgın geldi cihana
Bu salgın illetiyle boğuşuyoruz marttan beri. Evlerde mahsur kaldık, 65 yaş üzerini koruyacağız diye gönüllerini kırdık, hırsız katil peşinde koşması gereken polisimizi, pazar alışverişlerine yolladık, sağlıkçılarımız gecelerini gündüzlerine kattı, çoluk çocuklarına hasret kaldı…
Sonra yaz geldi, belki “turizmci” bakanın ısrarıyla da “boş vermişlik” çıktı. Ardından eğitimci bakanın ısrarıyla bu kez “okullar” açıldı ucundan.
Ve sonra başta Sağlık Bakanı olmak üzere “risk artıyor hasta artıyor” açıklamaları.
Üzülerek söylemeliyim ki, dünyayı kasıp kavuran bu salgın illeti, ülkemiz de iyi idare edilmedi. Hele şimdilerde hep “dilek temenni” ayarında. Ha bu arada, Bayraklı’daki “büyük hastane” ne alemde bilen var mı? “Gazeteci” dostlardan ricam, araştırıversinler bakalım. Zira kulağıma gelen saçma sapan; ama, olması muhtemel dedikodular var. Özellikle de hastaneyi yapan inşaat devinin çırpınışları bağlamında.
Bu yüzyılın salgınının adı “Corona”… Biz umarım ki yaşamayız dehşeti ama, galiba “musibeti” henüz görmediğimizden “nasihatleri” de anlamıyoruz. Ya da “üst iradeler” hafiften “amaaan canım, ölen ölür kalan sağlar bizimdir” diyor çaktırmadan. Ortalıkta ne zatürree aşısı var ne de grip aşısı. Aile hekimleri ise Allah’a emanet. Çevremde bir tane memnun olan duymadım “ailesinin hekiminden”. Beş metre uzaktan muayene yöntemiyle aile hekimleri gerçekten ne işe yarıyor meraktayım.
Ama derdim bu değil… Cumhuriyet Bayramı’na iki gün kala ben size “İspanyol Nezlesi” belasından bahsedeyim. Ünlü romancımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Hakka Sığındık” eseri geçti elime. Emine Gürsoy Naskali’nin sunuşuyla 2018 baskısı bir kitap. Okumadınızsa okuyun lütfen. “Hakka Sığındık, İşitilmedik bir vaka” öyküsünde, İstanbul’un bir mahallesinde “İspanyol Nezlesi” salgınını anlatmış. Ama öyle böyle değil. Sanki sene 1910’lar değil de bugün. Ha “İspanyol Nezlesi” ha “Corona”. Halkımızın bakışında vallahi değişiklik yok. Hasta olanları ziyaret etmek yanlış diyenlere, mahallenin çok bilmişleri hemen beddua ederlermiş. Tedbir almak isteyenleri de türlü şekilde rencide edermiş ahali. Romanda öyle yazıyor.
“Hastalık sağlık Allah’tan… Rabbimin takdiri ne ise o olur. Hekimler ne biliyormuş? Kelin medarı olsa kendi başına olur. Onlar ölmeyecek mi? Bu sene İspanyol’dan az hekim mi öldü? Ecele çare olmaz. O cahillere uyup da öyle söylemeyiniz, Rabbimin gücüne gider. Ona şirk koşmuş gibi olur” dermiş çok bilmişler. Sonra hasta ziyaretine gitmemek “ayıp” olduğundan, mahallede de hastalık bitmez olurmuş. Ölene rahmet, kalana selamet anlayacağınız. Fakat bu romanı okurken “salgın zenginlerini de” görüyoruz. Tabii “üfürükçülerden” medet uman, her duyduğuna inanan halk zümresi de ilginç.
2020 ya da 1910’lar… O vakit “İspanyol Nezlesi” bu vakit “Corona”. Önemli olan hassasiyet ama, Bilim Kurulu üyelerinin sosyal medyadaki “felaket tellallıkları” da artık kabak tadı verdi. Bu bilim kurulu gerçekten ne işe yarıyor anlayan varsa beri gelsin.
Boşuna dememiş büyük şair “Ders alınsaydı tekerrür eder miydi tarih?” diye.
“İspanyol Nezlesini” böyle geçirmişiz, bakalım “Corona’nın” son perdesinde neler olacak?
***
“Bir millet uyanıyor”
Yine “Cumhuriyet” ile bitirelim bugünü.
Başta da söyledim ya, içime sinmiyor bu yıl da… Çocukluğumun “bayramlarını” özlüyorum. İzmir’de hep farklı olurdu inanın. Biz yürekten coşardık. Vali coşardı, başkan coşardı, yaşlılar, gençler, kadınlar coşardı. 9 Eylüllerimiz, 29 Ekimlerimiz bir başka güzel olurdu ve gününden önce başlardık kutlamaya. “Arka sıradakilerin” mahalle muhtarları, imamlar, karakol amirleri hep önde olurdu. Öğretmenler yoldaşımızdı bizim. Kahvehaneler, bakkal, kasap, manav dükkanları hep o önemli günlere odaklanırdı. Cumaları imamlar “özgürlüğe, bağımsızlığa” dikkat çeker, Gazi Paşa’ya Fatiha isterdi. Tek kanallı siyah beyaz TRT, milli vurgular yapar, çocuk yaşlarımızda mahallelerimizde, ayağımız çamura da batsa “Dağ başını duman almış…” diye inletirdik ortalığı. Ama yok artık…
Tesadüfen gördüm bir paylaşımı. İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat Dairesi, artık mazinin derinliklerinde kalmış bir muhteşemliği canlandıracakmış 26 Ekim’de. Karaca Sineması’nda Muhsin Ertuğrul’un 1932 yapımı “Bir Millet Uyanıyor” filmini gösterecekmiş.
Ben izleyeli çok oldu. Ama eminim genç nesil bilmiyor bu filmi… En azından ilgili olmayanlar. 1932 hassasiyetini düşünün, gidin izleyin derim. Belediyenin kültürcülerine de “aferin” doğrusu. Kimin aklına geldi bu fikir bilmiyorum ama kutluyorum.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun yurttaşlar. Lütfen tertemiz bayraklarımızı asmaya başlayın evlerinize, işyerlerinize. Maskenizi çıkarmadan, temizlikten ve mesafeden vazgeçmeden daha nice sağlıklı Cumhuriyet Bayramlarımız olsun.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti yaşasın Mustafa Kemal Atatürk düşüncesi!