219 hafta olmuş, bir başka deyişle adını “Haluk’un Defteri” koyduğum 9 EYLÜL yazıları serüvenimde önümüzdeki hafta 4 yılı doldurmuş olacağım. Buluşmamızı sağlayan 9 EYLÜL emekçilerinin, İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin saygın üyelerinin, yazmanın onurunu, sorumluluğunu ve coşkusunu her zaman hissettiren okur dostlarımın ve yeryüzünün yeni yılını umutla, sevgiyle, saygıyla ve en içten dileklerimle kutlarım.
Evleriniz, işlikleriniz, sokaklarınız ve yürekleriniz yurtseverliğin kalesi, devrimin ve mücadelenin sönmez ocağı, aydınlığın çağdaşlığın, laikliğin, bilime ve sanata inancın düşmeyen bayrağı, mutlak gelecek güzel günlerin umut tarlası olsun. Çünkü sevgili yoldaşlar, bizim ülkemizden, ülkemizin bizden, yeryüzünün çocuklarından başka kimsesi yoktur.
219 haftadır, hayatın getirdikleri ve götürdükleriyle bağımızı kesmeden, hüzne ve kaygıya evet ama karamsarlığa, yılgınlığa ve teslimiyete hayır diyerek, inandığımız gibi yaşamanın damıttıklarını, kendi üslubumca paylaşmaya çalışıyorum.
Her yeni yıla başlamak, umut tazelemek kadar, bir hesaplaşmadır. 219 haftadır ne diyorum, ne yazıyorum? Bu yazıyı bir hesaplaşmaya çeviren, işte bu sorudur. Şöyle bir geriye baktığımda, üç beş tümceyi çok sık yinelediğimi görüyorum. Birkaç örnek vermek durumundayım.
“Aynı dili konuşmanız, aynı şeylerden söz ettiğiniz anlamına gelmez” demiş ve eklemişim; “O sözcüklere anlam veren sizin dünya görüşünüzdür, siz işe onunla başlayın. Çünkü bu ülke, o dünya görüşünü teklif, temenni ve duruşunuzla net biçimde görmek istiyor.”
“Bırakın bunlara laf yetiştirmeyi, yarattıkları gündemlerde kulaç atmayı” demiş ve eklemişim; “Bundan en çok onlar nemalanıyor. Bakmayın iki adım ileri bir adım geri attıklarına. Karşınızda asla öğrenmeyen ama asla unutmayanlar var. Onlar bu işler için 200 yıldan beri hazırlanıyorlar ve amaçlarına ulaşmak için her şeyi yapmaktan, yalana, hedef saptırmaya ve demokrasi sayesinde seçilmelerine rağmen, varlıklarını korumak için antidemokratik her türlü önleme sığınmaktan başka çareleri yok. Bunu anlamak için kaç hayal kırıklığı, kaç yanılgı gerekir? Yapmanız gereken asıl bunu teşhir etmek ve gerçek yüzlerini sergilemektedir.”
“1919 ve 1923’ü bunlarla hiçbir ilgisi olmayanların ağzından alıp, kendi sözünüz ve duruşunuz haline getirin. Kimi kendini tutamayan zıpçıktılarının itirafıyla, bütün bunları “parantez” olarak niteleyenlerin, 2019 ve 2023’ten asıl neyi kast ettiklerini afişe edin, haydi cesaret!” demiş ve eklemişim; “Siz bunları söylemeyip de, neyi söyleyeceksiniz? Sağ’ın kendi içindeki görev dağılımından ve sözüm ona yeni oluşumlardan medet ummak, Sol’a ne fayda getirir? Bir garip koalisyonun, emperyalizme koşut dalgalanması ile sizin ne ilginiz olabilir?”
Bütün bunları, hayatın içinde kendimi tanımlamaya çalıştığım sanattan güç alarak söylüyorsam, sanatı da ihmal edemezdim.
“Sanat, düşünsel ve estetik açıdan hayata müdahale etmektir. Biri bile eksik olsa, yaptığınız sanat değil, yeterince var olan herzelere eklenmektir” demiş ve eklemişim: “Kandırmayın, aldatmayın. Bu zevksizlik, hayattan nasipsizlik, omurgasızlık ve iğrençlik girdabına su taşımayın. Oyalanmalarınız sanat değil, hayat soygunculuğudur, yapmayın! ”
Sözün özü sevgili yoldaşlar, aynı şeyleri yineleyip durmak hiç de hoşuma gitmiyor. Ama neyleyelim ki, örneğin kızım Ada “Bütün bunlar olup biterken, sen ne yaptın baba?” dediğinde, ona “Ben de bunu yapmaya çalıştım” diyecek yüzüm olmalı. O nedenle, yazmaktan ve söylemekten vaz geçmeyeceğim: “No Pasaran!”
Tarih diyeceğini yeterince diyor, asıl sorun bugün bizim ileriye, bu güzelim ülkenin ve yeryüzünün geleceğine dair ne söylediğimiz ve ne yaptığımızdadır. Çünkü bir oyunumun adı gibi; yarın çok geç olacak!