Dünya çapında ünlü bir antropolog ile arkeoloğun 10 yıllık emeğiyle ortaya çıkan ‘Her Şeyin Şafağı’ zamanla, -tabii ki daha iyisi yazılana dek- insanlık tarihine getirdiği yepyeni ve modern yaklaşımla, Fernand Braudel'in ‘Akdeniz’i, Claude Lévi-Strauss'ın ‘Yaban Düşünce’si gibi bir kült yapıt olabilir
Geçmişle zorunlu, kendiliğinden ve bir o kadar da tuhaf bir ilişkimiz var. Bunu; birçoğumuzun yakın ya da uzak fark etmez, genellikle geçmişte her şeyin daha iyi ve güzel olduğunu, günümüzde her şeyin bozulmuş, tadını yitirmiş ve geçmişe göre daha kötü olduğunu düşünüyor olmamızdan anlayabiliriz. Bakmayın ara ara pişmanlıklarımıza sızlandığımıza, ânın sıkıntılarının tesellisini geçmişte ararız. Ama gelecek taze umutlar vaat ededursun; yanlışlarımıza bahaneler uydurup başarılarımıza mercek tutar dururuz. Peki ya uzak geçmiş? Uzak geçmiş, uzaklığı oranında muamma. Özellikle 'homo sapiens'in 200 bin yılının tamamını ölçü alacak olursak.
GEÇMİŞ DAİMA TARTIŞILACAK
Ama bir yandan da entropi var. Gezegen, hayat, insan ve ortam giderek kötüye gitmekte. Doğa onarılmaz bir biçimde yaralanıyor, sayısız canlı formu, doğaya verdiğimiz tahribat yüzünden bir daha geri dönmemecesine yok oluyor. İnsan nüfusu azalan kaynaklara inat çığ gibi artıyor. Su kaynakları kururken tarım alanları da çölleşiyor. Doğa, geçtiğimiz günlerde Valencia'da yaşanan sel felaketinde yaşandığı üzere yakın gelecek için en üst düzeyde alarm veriyor. Günün büyük sıkıntıları, geçmişe dair gerçeklerden uzak duygusal yaklaşımımızın en büyük nedenlerinden.
Bu konuda Jean Jacques Rousseaau ve Thomas Hobbes gibi düşünürler geçmiş konusunda taban tabana iki zıt iki görüşün temsilcisiydi. Rouessau çok eski çağlarda dönemlerde hayatın daha güzel, insanların daha rahat ve mutlu olduğunu savundu. Hobbes ise devleti, polisi ve yasaları icat edene kadar insanlığın birbirini kırdığını iddia etti. Gerçek? Biraz ondan biraz bundan. Geçmişte neler olup bittiğini öğrenme çabamız ise sadece bugün için değil umut vaat eden bir gelecek için değerli. Deneyim, ibret, mükemmellik ve ruhsal dengemiz için!
‘Her Şeyin Şafağı’nı tam da bu nedenle inceledim. Ancak ele aldığı her konuyu eğrisiyle doğrusuyla, kıyaslayarak anlatmasıyla, zengin dipnotları, kaynakçası göndermeleriyle yeni tercihim oldu. Şöyle düşünün yaklaşık yüz sayfa dipnot var kitapta. Neredeyse her şeyden bağımsız bir kitap demek bu. Bir o kadar da kaynakça. Konulara akademik düzeyde yaklaşanlar için bir hazine gibi. Dünya çapında ünlü bir antropolog ile arkeoloğun 10 yıllık emeğiyle ortaya çıkan Her Şeyin Şafağı, zamanla, -tabii ki daha iyisi yazılana dek- insanlık tarihine getirdiği yepyeni ve modern yaklaşımla, Fernand Braudel'in Akdeniz'i, Claude Lévi-Strauss'ın Yaban Düşünce'si gibi bir kült yapıt haline gelebilir.
KİTABININ BASILDIĞINI GÖREMEDİ
Bu parlak çalışmaya ömürlerinin 10 yılını bahşeden iki önemli entelektüelden de söz etmem gerek.2020 yılında Her Şeyin Şafağı, henüz tamamlanmışken hayata veda eden antropolog David Graeber, Yale Üniversitesi'ndeki kariyeri ve oradan bir hayli tantanayla kovulmasıyla gündem olmuştu. "Kapitalizmin bildiğimiz bütün biçimleri muhtemelen elli yıl içinde sona ömrünü doldurmuş olacak. Yerine gelecek şey ise illa ki daha iyisi olmak zorunda değil. Kapitalizmden daha beteri de olabilir gelecek olan şey..." öngörüsüyle daima hatırlanacak olan bilim insanı, anarşizmi, aktivizmi ve kapitalist dünyaya karşı duruşuyla çok sevilen ve çok tartışılan bir figürdü. Kitabın altında imzası bulunan diğer entelektüel İngiliz arkeolog David Wengrow. Halen University College London Arkeoloji Enstitüsü'nde Karşılaştırmalı Arkeoloji Profesörü olarak görev yapan Wengrow, merhum adaşına sevgi, saygı ve şükran içeren önsözünde Her Şeyin Şafağı'nın 10 yıllık kolektif bir alın terinin ürünü olduğunu belirttikten sonra kitabını şu sözlerle takdim ediyor: “... bir antropolog ve bir arkeoloğun bir zamanlar ortak alanları olan insanlık tarihi hakkında şaşaalı bir diyaloğu yeniden -bu sefer modern kanıtlarla- inşa etmeye başladığı bir oyun olarak başladı...”
Her Şeyin Şafağı'nı baştan sonra okumadım, böyle kitaplarla ilişki bir ömür boyu sürer çünkü. Ama ara ara elime alıp rastgele bir bölümü okuyorum. Ve her defasında düşüncem daha da pekişiyor: “İki büyük yazara bu oyunlarına biz şanslı okurları dahil ettikleri için saygılarımı ve şükranlarımı sunuyorum.”
SİLAH ZORUYLA UYGARLIK
Nereden gelip nereye evrildiğimiz ve buna nasıl tanık olduğumuz, dahil olduğumuz, seyirci kaldığımız meselesi, farkında olarak ya da değil yüklendiğimiz sayısız ön kabullerle şekillenmiştir. İki adaş bilim insanının kimi fikirlerini yadırgayabilir ve tartışmaya açık bulabilirsiniz. Ancak en katı muhalifin bile karşı duramayacağı kanıtlarla ‘Her Şeyin Şafağı’ öncelikle iliklerimize kadar işlemiş ezberlerimizi yıkıyor. Son örnek de bu konuya dair kitabın kendisinden olsun: “Batı medeniyetinin ilerleyişinin kaçınılmaz olarak herkesi daha mutlu, daha varlıklı ve daha güvenli kıldığı şeklindeki toz pembe ve iyimser anlatının en azından bir tane bariz dezavantajı vardır. Ki bu, medeniyetin neden kendi kendine yayılmadığını açıklayamıyor, Zira Avrupalı güçler son 500 yılını, insanları bu yöntemi benimsemeye zorlamak için kafalarına silah doğrultarak geçirmek zorunda kalmışlardı...”
Her Şeyin Şafağı/ David Graeber - David Wengrow/ Epsilon Yayıncılık
Oysa biz Van Gogh'u
Theo ile tanımıştık!
Yıldızlı Gece'nin, On Beş Ayçiçekli Vazo'nun, Ayçiçekleri'nin, Patates Yiyenler'in ve görsel hafızamızda iz bırakmış daha nice şaheserlerin ressamı Vincent van Gogh, ruhunda her daim yaşadığı bunalımları, umut ve umutsuzlukları, yaşamaya, sevmeye ve direnmeye dair düşünceleri ve duruşuyla sanata ve kendinden sonra gelen sanatçılara ilham kaynağı olmuştur.
Ancak onun, bir van Gogh üyesi olarak özel hayatını, kişiliğini ve inişli çıkışlı hayatının ipuçlarını erkek kardeşi Theo van Gogh'a yazdığı mektuplardan öğrenmiştik. Meğer Vincent van Gogh'un üç de kız kızkardeşi varmış ve sanatçı yıllar boyunca kız kardeşleriyle daima irtibat halindeymiş. Hiç yoğun bir mektup trafiği yaşanmış.
İlk kez yayımlanan karşılıklı mektuplardan oluşan, uzak yakın aile fotoğrafları, çizim ve resimler de içeren kitap, ünlü sanatçının hayatının gölgede kalmış alanlarına ışık tutuyor. ‘Sevgilim Londra / Vincent van Gogh’un Londra’sında Gezinti’ adlı kitabıyla tanınan Hollandalı Willem-Jan Verlinden, bu sürprizin biyografi çalışmasında kız kardeşlerin hayallerini, hayal kırıklıklarını ve kederlerini resmederken sanatçıya dair ilk elden bilgiler sunuyor.
Jan Verlinden'in biyografisi bize dört bir yanı kitaplarla dolu bir ev hayal ettiriyor. Ve bizden o evde yıllar boyunca birbirine ödünç kitap veren, okudukları kitaplarının coşkusunu diğerleriyle paylaşan, birbirlerine okudukları kitaplara dair coşkulu notlar gönderen kardeşleri izlememizi istiyor.
SANAT HAYATINDAN KESİTLER
Başta Amsterdam'ın ikonim mekanlarından Van Gogh Müzesi olmak üzere birçok farklı mekan ve kaynakta kitabı için tarama yapan Jan Verlinden mektupların kitabına ağırlığını şöyle anlatıyor: “Van Gogh’un kız kardeşleri hakkında yazdığım kitap 2016’da Hollandaca olarak yayımlandı. Hollandaca basımının yayımlanmasından sonra, Vincent’in kız kardeşlerini tanımış olanların yanı sıra onların soyundan gelen bazı kişilerle de tanıştım. Hepsi de kendi büyük-büyükannelerinin ya da onların akrabalarının, tanıdıklarının kişisel belge ve fotoğraflarına erişimime izin verme zarafetini gösterdi. Bunun sonucu olarak sizler elinizde, daha önce ne İngilizce ne de başka bir dilde basılmış olan mektupları ve Van Gogh aile arşivinden kendi yakın çevresi dışında kimse tarafından görülmemiş fotoğrafları içeren eşsiz bir belge tutuyorsunuz.”
Van Gogh’un 17 yıl boyunca, intiharından iki gün önceye dek Theo’ya yazdığı mektuplar, sanatçının Auvers-Sur Oise’da noktalanan hayatından ve sanatsal üretim sürecinden kesitler sunuyordu. Şık kapak grafiği, kağıdı ve özenli baskısıyla göz okşayan Van Gogh'un Kız Kardeşleri, adlı kitabı, Hollandalı ressamın hayatına, aile ilişkilerine ve sanat anlayışına için yepyeni sırlar barındırıyor.
Van Gogh'un Kız Kardeşleri / Willem-Jan Verlinden / Güldünya Yayınları
Edebiyat, müzik ve
hayatın küçük sırları
Ağustos Mavisi'nin yazarı Deborah Levy, Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde doğan Deborah Levy, üst-orta sınıf "İngiliz sömürge" ailesinin torunudur. Ünlü yönetmen Derek Jarman'ın verdiği esinle Dartington College of Arts'ta eğitim aldı. Bu eğitimin meyvesini yazdığı bir dizi oyunla veren Levy, tiyatro yöneticiliği de yapmıştır. Tİyatronun yanı sıra biyografi çalışmaları, şiir ve kısa öyküleriyle de bilinen yazarın romanının konusu şöyle: Talihsiz bir konser gecesinin ardından kariyerine ara vermek zorunda kalan piyanist Elsa M. Anderson, Atina’da kendsine bir hayli tanıdık gelen bir kadınla karşılaşır. Onunla arasında tuhaf bir bağ hisseder ve ikizi olduğuna kanaat getirir. Geçmişinden kaçarken vardığı şehirlerde hep ona rastlar, peşinden gider ve bu kovalamaca Elsa’nın piyanoda seslendirdiği besteler gibi müzikal bir niteliğe bürünür ve sessizlikler, patlamalar, nakaratlar birbirini takip eder.
Jeanette Winterstone'un da özel övgüsüne de mazhar olan roman, özellikle kendini bulma ve inşa etme öykülerine merak eden okurlar için...
Ağustos Mavisi / Deborah Levy / Everest Yayınları
Vazgeçmek ruh dünyamızda
neye denk düşüyor?
Konuya doğrudan müdahil olduğumuzdan, yani hayatın sillesini biteviye yediğimiz, kendimiz yakın çevremiz ve dünyayla sürekli kavgalı olduğumuzdan belki, psikoloji alanında hep net cevaplar duyuyoruz. Oysa insan ruhu sonsuz ihtimaller barındıran girift ve kaotik bir dehliz. İşte bu karmaşayı bize iyi anlatan psikoterapistlerdendir Adam Philips.
İngiliz psikanalist, ülkemizde, Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine; Hep Vaat Hep Vaat; Kaçırdıklarımız; Dehşetler ve Uzmanlar; Tekeşlilik, Sadakat ve İhanet Üzerine Aforizmalar; Freud Olmak: Bir Psikanalistin Gelişimi; Flört Üzerine; Karısını Şapka Sanan Adam; Yasak Olmayan Hazlar ve Öyle ve Böyle gibi yapıtlarıyla kendisine özel bir okur kitlesi edindi.
Phillips, yeni kitabı Vazgeçmek Üzerine'de vazgeçmenin birçok çeşidi arasındaki boşlukları ve bağlantıları aydınlatarak mühim bir soruya odaklanmamızı istiyor: Daha hayat dolu hissetmek için neden vazgeçmeliyiz?
Kitabın esiniyle söylenerse, hüsranımız arzumuzun anahtarıdır.
Vazgeçmek Üzerine / Adam Phillips / Ayrıntı Yayınları
GEREKİRSE BASILI GAZETEYE KULLANALIM - YEDEK KONU
Yasak sınırlarda tutku
Modern Japon edebiyatının kurucu isimlerinden Yukio Mishima'nın Japon No oyunlarından esinlendiği ve ilk kez 1961'de haftalık bir dergide tefrika edilen Yaban Oynaşması adlı romanının konusu şöyle: Bir süre üniversitede ders verdikten sonra ata mesleği seramik işini devam ettirmeye karar veren İppey, bir yandan da edebiyat eleştirileri yazmaktadır. Dükkânında çalışmaya başlayan Koğci ise, İppey’in de mezun olduğu üniversitede öğrencidir. Birlikte içki içtikleri bir akşam İppey, eşi Yuğko’dan uzun uzun bahsedince Koğci, yüzünü görmediği kadını arzulamaya başlar.
Yaban Oynaşması / Yukio Mişima / Can Yayınları