Klinik psikolog, psikoterapist Tuğçe Isıyel, genişletilmiş versiyonunu yayımladığı Ya Hiç Karşılaşmasaydık adlı kitabında karşılaşmaların önemine şöyle dikkat çekiyor: "Hayatımız karşılaşmalarla ve teğet geçişlerle örülü... Tesadüf deyip geçemeyiz karşılaşmalara, elbette kader deyip de geçemeyiz... Hayat dönüşüyorsa burada hep karşılaşmaların payı var."
Parçalı Bulutlu ile okuru anlatı, öykü ve deneme sınırlarında ve belli bir izlek doğrultusunda bizi keyifle gezindiren klinik psikolog, psikoterapist yazar Tuğçe Isıyel, ilk kitabı olan ve ilk kez 2020 yılında yayımlandığında büyük ilgi gören Ya Hiç Karşılaşmasaydık adlı kitabınının ilave denemelerle genişleyen versiyonuyla okurlarını sevindirdi. Bir önceki edisyonun neredeyse iki katı uzunluğundaki kitapta, yazarın "başlarken" başlıklı bir sunuş yazısı, genişletilmiş yeni basım için bir önsöz, Teşekkür, Dizin ve Referanslar adlı bölümler hariç elli dört deneme bulunuyor.

TESADÜF DEYİP GEÇEMEYİZ...
Tuğçe Isıyel, kitabının yeni versiyonuna koyduğu Başlarken başlıklı yazısında karşılaşmaların hayatımızdaki önemine vurgu yaparken, satırların arasından çıkardığım şu altı çizilesi ifadeleri kullanıyor:
"Hayatımız karşılaşmalarla ve teğet geçişlerle örülü... Tesadüf deyip geçemeyiz karşılaşmalara, elbette kader deyip de geçemeyiz... Hayat dönüşüyorsa burada hep karşılaşmaların payı var. Ve bu karşılaşmalara ne kadar açık olup olmadığımızın.... karşılaşmalara izin vermek, meraka, deneyime, maceraya da izin vermek demek... İzin verdiğimiz ölçüde her karşılaşma bizi iç karşılaşmalara sürükler, hem içimizde hem dışımızda bizi farklı yerlere götürür. Hiç ummadığımız hallere taşır... Hayat işte o zaman değişmeye başlar."
ÖTEKİYLE BİR ARAYA GELMEK!
Ve bu şık sunuşun devamında 'karşılaşmaların' ayrıntılı bir tarifini ve etki hayatımızda ne/leri değiştirdiğini ise şöyle anlatıyor Tuğçe Isıyel;
"Karşılaşma dediğimiz, ötekiyle bir araya gelmeyi, yüzleşmeyi, kendini açmayı ve karşı tarafın açılmasını içeriyor... karşılaşmalarla beraber değişiyoruz, ilişkilerin dönüştürücü işlevi sayesinde başka biçimler alıyoruz..."
Bu satırları okuduğumda Fransız düşünür Michel de Montaigne'in, yüzyıllar öncesinden yazdıklarını hatırladım. Bana daima sıkıntılı ve defolu bir varlık olduğumuzu hatırlatan satırları:
"... Kuşkusuz ki insan şaşılacak derecede boş, anlamsız, değişken ve dalgalı bir konu. (Bu yüzden) insan hakkında hiç değişmeyen bir yargı oluşturmak çok zor..."
Tam da böyle olduğumuz için karşılaşmalar çok önemi. Birine kayıtsız ya da pür dikkat bakabilmek, birinin bunu yapabilmesine, içimize nüfuz edebilmesine, bizim bile varlığından habersiz olduğumuz gizemlerimizi ortaya çıkarmasına izin vermek, kısacası bile isteye ya da tesadüfen karşılaşmaların sonuçlarını yaşamak, sonuçlarını göğüslemek önemli.
Ayrıca belirtmeye gerek var mı bilmiyorum ama bir psikologun ya da psikoterapistin, kişisel gözlemleriyle ya da uyguladığı terapilerinde tanıklık ettiği karşılaşmalar daha da önemli. Ruhun çalkantılarına, sürprizlerine ve inceliklerine vakıf, onun derinliklerinde kulaç atmasını bilen mahir bir terapistin gözlem ve deneyimleri kendimizi tanımamız için kıymeini ifade etmeye gerek var mı?..
ONDAN ALDIKLARIMIZLA ÇOĞALMAK...
Bu konunun son vurgusunu yine yazarın kendi sözcükleriyle yapalım:
"... (Bir başkasıyla karşılaşmak) bütünlüğümüzü ya da benliğimizi kaybetmek, ötekinde kaybolmak ya da yok olmak değil; onunla temas sayesinde, ondan aldıklarımız sayesinde, ondan aldıklarımızla çoğalmak, zenginleşmek; ona verdiklerimizle dengelenmek demek. Karşılaşmalar eşliğinde hayatı ya da kendimizi de konumlandırabilmek demek."
Bir nebze olsun şifa umarak bir uzmana ruhunun kapılarını açmık önemli. Buna imkanı, zamanı olmayanların ya da yeterince ihtiyacı olmadığını düşünenlerin böyle yazarlara ve onların deneyimlerini cömertçe yansıttıkları yapıtlarına her daim ihtiyacı var.
Spinoza "Her şey, kendi varoluşu içinde sürüp gitmeye çabalar;" derken hem bir duruma hem de insanca çırpınışımıza vurgu yapıyordu. Bu çırpınışta hepimizin belli kendince 'karşılaşmalara' ihtiyacı var.
Ya Hiç Karşılaşmasaydık / Tuğçe Isıyel / Everest Yayınları

Eşsiz bir okuma şöleni: Tereza Batista
Tereza Batista: Savaş Yorgunu harika kapağı ve yepyeni baskısıyla bir kez daha raflarda görmek çok güzel bir his.
Latin Amerika Edebiyatı'nın çınarlarından, Brezilya'nın en çok okunan romancısı Jorge Amado, Tereza Batista'nın bir yerinde kahramanını şöyle konuşturuyordu;
"... kötü talih arsız ota benzer. Toprağa bir kök daldır, sonra kendi haline bırak. Her yanı sarıverir, göz açıp kapayana kadar bir de bakarsın ki, ayrıkotu dolmuş dört yanın. Yoksulun bahçesinde tek yeşilik bitmese de, ayrıkotu eksik olmaz... bahtsızlığın altında ezilmeden yaşamını sürdürebilenler, ancak acılarla pişmiş, katılaşmış ve onurunu yitirmemiş yoksul kişilerdir..."
Amado'nun dünya edebiyatına armağan ettiği eşsiz karakteri Tereza Batista'nın adını verdiği romanının konusu şöyle...
Merhamet, adalet ve vicdanın uğramadığı, kadın ve çocukların alınıp satılabilir bir mal muamelesi gördüğü, yoksulluk, hastalık ve siyasi yozlaşmanın ülke normali sayıdığı Bahia'da Tereza Batista, güzelliğinin bedelini ödemiş ve çocuk yaşta teyzesi tarafından zenginliği kadar zalimliğiyle de nam salmış zengine satılmıştır. Ancak bütün bu talihsizlikler Tereza'nın gözünü korkutmak şöyle dursun hayata karşı cesaretini, hırsını ve gözü pekliğini tetikler.
Kaderine baş kaldıran Tereza, bir yandan korkunç hayatından bir an önce kurtulmak ve bir yandan da kendisinin ve etrafındakilerinin hayatını şenliğe çevirmeye çalışacaktır. Zamanla ezilenlerin sözcüsü olacak, denizcilere ve ozanlara esin kaynağı haline gelecek, hayatı ve kişiliği değişip dönüştükçe, kesintisiz devrimi yüreğinde daima diri tutan Latin halklarının sözcüsü olacaktır.
Amado'nun "İnsan dayaktan, kinden, çaresizlik acısından, korkudan başka bir nedenle ağlayabilir miydi? Yeryüzünde bundan başka şeyler de var mıydı? Ne bilsindi fukara, yaşamın yalnız kötü yüzünü görmüştü; veba, savaş ve açlıktan ibaretti Tereza Batista'nın dünyası..." diyerek tanıttığı Tereza'nın öyküsü, özellikle kitapları baş tacı yapmakta ısrar eden iyi okurlar için bitimsiz bir coşku ve şevk kaynağı.
Tereza Batista: Savaş Yorgunu / Jorge Amado / Sel Kitap

Keşke olmasalardı
dedirten o anlar!
Akademik hayatını uzun yıllar ABD'de şekillendiren ve 2016 yılında ülkesi İspanya'ya dönen tarihçi, filolog, deneme yazarı ve romancı Edurne Portela, bu tarihten sonra kendini tamamen yazı uğraşına adamıştı.
yazarın bu dönemin ürünü olan Mejor la Ausencia / Yokluğu Yeğdir adlı romanı 2018 yılında, Madrid Kitapçılar Birliği'nden En İyi Kurgu Kitabı ödülünü almıştı.
Şiddet temasını hem kurgu eserlerinde hem deneme ve araştırma yazılarında işleyen Edurne Portela, eserlerinde ayrılıkçı ETA örgütünün en faal döneminde Bask toplumunda kanıksanan şiddetti de bireylerin gündelik hayatlarındaki zehirli ilişkilerinde yaşanan şiddeti işledi.
Yazarın şiddetin kişisel bir eylemden ziyade bir varoluş biçimine dönüşmesine vurgu yapan, şiddet ikliminin paramparça ettiği bir aile dramına dikkatimizi çeken Yokluğu Yeğdir adlı romanının konusu şöyle...
Dört kardeşin en küçüğü Amaia, her daim tavan yapan baba öfkesi, anne çaresizliği ve darmadağın büyük kardeşlerinin yarattığı ortamda büyümek zorunda kalır. Evi terk ettikten yıllar sonra döndüğünde geçmişin izleri bıraktığı yerde durmaktadır. Kaçmanın imkânsız olduğu gerçeklikle yüzleşmek belki de elde kalan tek çıkar yoldur. Şeytan da bir yandan yavaşça fısıldamaktadır: Kimin yokluğu varlığına yeğ tutulur?..
Yokluğu Yeğdir - Edurne Portela - Sel Kitap

Bir kadının sessizlikte
kendini bulma uğraşı
Sessiz bir evde kendi sesini arayan ve zincirlerini kırdığını bize hissettiren kadın kahramanın neler hissettiğini, neler düşündüğünü şu ifadesinden anlamak gayet mümkün: "Ayıp, benim için her türlü anlamını yitirmiş, üstü çizilmiş, yok olmuş bir sözcüktü alt tarafı. Artık insanlardan korkacak bir şeyimin olmadığını, hakkımda ne düşündüklerine aldırmadığımı bilmek büyük bir keyifti..."
1920 - 1970 yılları arasında yaşamış Avusturyalı yazar Marlen Haushofer, daha çok Duvar adlı romanıyla tanınmıştı ve Nobel ödüllü Elfride Jelinek gibi yazarları da etkilemişti.
Yazarlık kariyerine savaşın hemen sonrasında, 1946 yılında gazete ve dergilerde kısa öyküler yayınlayarak başlayan Marlen Haushofer, ülkesinde farklı eserleriyle birçok ödül kazanmıştı.
Haushofer'in Çatı Katı adlı bu romanı, kadınlığın bastırılmış yankılarını sessizlikte arayan ve anlamaya çalışan, bir kadının kendi varlığını yeniden yazma hikâyesi olarak okunabilir.
Çatı Katı / Marlen Haushofer / Yapı Kredi Yayınları

Market evreni,
yazar kasası
ruhunun sığınağı
Sayaka Murata'nın romanı, yayımlandığı günden bu yana otuzdan fazla dile çevrildi, çok sattı ve satmaya da devam ediyor.
Romanın konusu şöyle...
Otuz altı yaşındaki Keiko Furukura, on sekiz yıldır aynı markette çalışan ve mesleğinin gereklerini kusursuz bir biçimde yerine getiren kasiyerdir. Çalıştığı marketin ona sunduğu ortam, yaşadığı tüm rutinler ve yaptığı iş neredeyse hayatının anlamı ve biricik gayesi haline gelmiştir. Sıra sıra rafların gölgesinde, yazar kasa tıkırtılarında, envai çeşit müşteri yüzlerinde, seslerinde ve jestlerinde kendince huzur bulmaktadır. Ona selam veren, teşekkür eden, iyi günler dileyen müşteriler apayrı bir güzellik katmaktadır Keiko'nun hayatına. Ancak günün birinde yazar kasa başında tanıştığı bir gizemli adam onun bu ritmini allak bullak etmekle kalmayacak, tüm hayatını sorgulamaya açacaktır.
2003'te Gunzo Yeni Yazarlar Ödülü'nü, 2009'da Noma Edebiyat Yeni Yüz Ödülü'nü, 2013'te Mishima Yukio Ödülü'nü, son olarak da Japon klasik edebiyatının ustalarından Akutagava adına verilen roman ödülünün sahibi bu öykü, yer yer ince hüznü ama hiç dinmeyen neşesi ve kahkahasıyla içinizi ısıtacak.
Kasiyer / Sayaka Murata / İthaki Yayınları