"İçeride yapayalnızsınız... Bir hücrede tek başınasınıza. İki elinizi açtığınızda hücrenin duvarlarına değiyor elleriniz... Hücrenin duvarları yosun tutmuş ve o yosunlar çiçek açmış. Sabah ranzadan indiğinizde bileklerinize kadar insan pisliğine bulaşmışsınız. Çünkü kanalizasyon patlamış ve hücreniz lağım suyu altında kalmış. .."
Nedir bu işkence değil mi?
Bu sözler AKP desteğindeki FETÖ kumpasında yaşamından tam 6 yıl çalınan Tuncay Özkan'a ait. O Tuncay ki daha sonra Almanya'daki tedavisinde doktorlar tarafından biri böcek ilacı olmak üzere yalnızca istihbarat birimlerinin ulaşabileceği iki ayrı radyoaktif madde ile zehirlendiği saptanmış.
12 Eylül faşist darbesinin tırpanladığı güzel insan Tarık Akan "Anne Kafamda Bit Var" adlı kitabında bakın neler yazmış;
"Hücreden yedi-sekiz kişi işkenceye gidiyor, dört-beş kişi geliyordu. Gelenler perişan durumda oluyorlardı. Kan işeyenler, eli-kolu tutmayanlar, sabaha kadar inleyenler, zaman zaman ağlayanlar... Annesine ya da kız kardeşine yapılan işkenceyi kimilerine zorla seyrettirdiklerine tanık oldum."
12 Mart döneminde de aynı sahneler tekrarlanmamış mıydı? Beli kaymış profesöre cezaevi avlusundaki buzların kırdırılmasından, masum gençlerin Filistin askısına alınmasına kadar bin türlü insanlık suçu işlenmedi mi bu coğrafyada?
Şimdilerde neler oluyor cezaevlerinde? İzmir'in çalışkan milletvekili Atila Sertel hafta içinde Sözcü gazetesine neler olduğunu anlatmış. Atila Sertel eski günlerine dönerek büyük bir gazetecilik başarısına imza atmış. Sözcü'nün acar muhabiri Gökmen Ulu'yu Silivri Cezaevinde ziyaret sonrası öyle bir haber yapmış ki, yeniden o karanlık günlere götürüyor bizleri.
Aslında Sertel görüşmeyi yazıp-yazmama konusunda Gökmen'i üzmemek adına tereddüte düşmüş ama iyi ki de yazmış. Böylece iktidarın bugün cezaevlerinde uyguladığı yöntemleri daha yakından görmüş oluyoruz.
Suçsuz yere tutuklanan ve beraati gün gibi açık olan Gökmen'in hangi koşullarda yaşamını sürdürdüğünü, Atila Sertel şöyle kaleme almış;
"Israrıma dayanamıyor ve anlatıyor; (Gezi olayları sırasında muhabir olarak görev yaparken çok fazla biber gazı yedim. Astım hastalığına yakalandım. Dışarıdayken tedavi kolay oluyordu. Geçen cuma sabaha karşı çok kötü oldum, nefes alamaz noktaya geldim ve bitkindim. Düğmeye bastım, infaz memurları geldi. 'Serum bağlayın çok kötü durumdayım 'dedim. 'Pazartesi sabahı dilekçe yaz, cezaevi idaresinden izinsiz serum takamam' dedi.
Bu genç adamın öksürükleri hala kulaklarımda... Beton duvarlar, sağlıksız koşullar altında iyileşmesi mümkün değil."
Bu işkence değil mi?
Belediye Başkanının damadını horluyor gerekçesiyle özel doktordan aldığı raporla tahliye eden adalet sistemi nerede?
Gökmen'in ailesiyle görüşmesine iki ayda bir kez izin veriliyor. İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin sürekli yaptığı görüşme başvurularına Adalet Bakanlığı'nca cevap bile verilmiyor.
21.Yüzyıl işkencesi de böyle oluyor. Cezaevi personelinin yetersiz olması dolayısıyla Adliye'ye götürülmeyen ve duruşmaya gelmedikleri için tutukluluklarına devam kararı verilen Nuriye Gülmen, Semih Özakça örneği önümüzde dururken bu adalet sisteminden ne beklersiniz ki?