İyi kitapları yazmak da okuyup anlamak da emek ister. Büyük yazarlar bazen kendi zamanını bekler. Bu yüzden az okunup zor anlaşılabilirler. Ancak doğru okumaya dair çok sık  karıştırılan şeyler vardır: Kitap okumak değil 'iyi kitaplar' okumaktır aslolan. Kitabın sürükleyici, eğlendirici olmak, kolayca okunuvermek gibi bir misyonu yoktur! László Krasznahorkai romanlarına başlarken bunları peşinen kabul etmek gerekir. Henüz ışıltısını tam yansıtmamış, küllerimizden yeniden doğmayı umut ettiğimiz günlerin ozanıdır o!

Okuma tercihlerimiz, hayattan beklentilerimiz ve ona yüklediğimiz anlamla şekillenir. Düşüncelerimiz seçimlerimizi, seçimlerimiz düşüncelerimizi biçimlendirir. Uzatmadan söylersek;

Sizi oyalayan, hayata dair doğru fikirler vermeyen kitaplardan uzak durunuz. 

Sonsuz kereler yazılıp çizilmiş, vasat zihinlerin ürünü olan sığ, samimiyetsiz öyküler, zaman kaybıdır, hayat katilidir, duyarlık enfeksiyonudur. Düşüncenin karbonhidratlarıdır, bünyeye gereksiz yüktür.

Béla Tarr imzalı kılavuz filmler

Çağdaş sinemanın vicdanı, Tarkovski mirasının emanetçisi Macar yönetmen Béla Tarr ile kadim dostu ve düşünce akrabası László Krasznahorkai işbirliğinden dört film çıkmıştır. "Lanet / 1988", "Şeytan Tangosu / 1994", "Direnişin Melankolisi / 2000", "Londra'daki Adam / 2007" ve Torino Atı / 2011". Bunlardan ikisi yazarın romanlarının uyarlamasıdır, tamamı onun senaryo yazımıyla filme çekilmiştir. Direniş'in Melankolisi ile Şeytan Tangosu romanlarının film uyarlamalarını izlemeniz, László Krasznahorkai romanlarına ısınmanız ve meramını anlamanız için pratik bir çözüm olabilir.

Taşınması zor bir beyhudelik yükü!

Macar yazarın ironik ve özgün üslubu, yer yer sahiden melankolinin uçlarında gezinen konularıyla dikkat çeken dört romanının (şu ana kadar Türkçeye çevrilmiş) merkezinde  aynı düşünce vardır:

İnsan sefaletinin sınırsızlığı ve hayatın hüzünle yoğrulduğu! 

Man Booker ödüllü Seibo Orada, Aşağıdaydı romanının neredeyse her öyküsünde insan ruhunun yazgısal sefaletinden kurtulma çabalarını anlatır. Savaş ve Savaş'ta daha umut kırıcı bir çerçeve çizer ve hayatın yükünü, taşınması zor bir beyhudelik olarak tarif eder. 

Kinizmi, melankolisi ve kasvetiyle, hayatın gri ve karanlık tarafındadır hep. Zaten pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuz hayatımızın kördüğümlerine saldırır. 

Yağan yağmur altındaki ağaç dalı

Geçtiğimiz yıllarda yaşadığımız pandemi deneyiminin esiniyle söylersek; László Krasznahorkai, yeterince test edilmemiş, henüz uygun dozu bulunamamış, yan etkileri saptanamamış bir virüs aşısı gibidir. Serttir, tehlikelidir, yer yer ölümcüldür. 

Tam bu noktada itiraz etmek elbette mümkün:

"İyi ama hayat yeterince zor, özellikle bizim ülkemizde yaşamak ciddi bir sabır işi. Ölesiye mutsuz ve umutsuzuz, bir de bu melankoliyle başımıza sarma!"

Bu itiraza Edip Cansever'in Phoenix şiirinin son iki dizesiyle cevap vermek isterim;

Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum

Yeniden doğmak için çıkardığım yangından.

Bugünlerde işte bu umuda sarılmak daha da önemli. Daha yaşanası bir gelecek kurmak için, çirkinliklerle güzelliklerin, doğrularla yanlışların birbirine girdiği hayatımıza bir set çekmeli, zamanın biriktirdiği yongaları yakıp onun küllerden yepyeni bir hayat yaratmalıyız. Zihinleri yenilemek, bakış açılarını tekrar gözden geçirmek ve ideolojik yorumlarımızı, siyasi, sosyal, vicdani ezberlerimizi yıkıp yeniden inşa etmeliyiz.

László Krasznahorkai, işte bu ruhlara seslenen bir kurgu ustası. Evet çoğu vakitler Şeytan Tangosu'nda söylediği gibi "Üzerine yağan yağmur karşısında bir ağaç dalı gibiyiz, yani çaresiziz." 

Ama kim bize bu hayatta daha fazlası olduğunu vaad etmişti ki!

Yunan mitolojisine göre Habeş diyarında yaşayan Phoenix, uzun ömrü, kartal endamı, yıldızlar gibi parlak gözleri ve sorgucuyla tanınır. Ölümünün yaklaştığını hissedince, kuru dalları zamkla sıvayıp kendine bir yuva yapar ve üstüne kurulur. Ancak kızgın güneş bu yuvayı yakar ve o  küllerin arasında beliren yumurtadan yeni bir Phoenix doğar. Hayatın sonsuz döngüsüdür bu. 

Yirmi küsur yıldır gizli ve açık niyetlerle, azar azar ama sistematik bir biçimde yok edilen hayatımızın, yaşama enerjimizin ve neşemizin can simidi, "gün doğmadan neler doğar" umuduna sıkı sıkı sarılmaktır.

Şeytan Tangosu - Direnişin Melankolisi - Seibo Orada, Aşağıdaydı - Savaş ve Savaş / László Krasznahorkai / Can Yayınları


Kadın cinayetlerine ağıt

Özellikle buram buram İzmir kokan Küt Oynayan Kadınlar ve Meskûn Zaman romanlarıyla tanıyıp sevdiğimiz İzmirli yazar Raşel Meseri, bu kez öyküsünü İstanbul'un can damarlarından biri olan Bankalar Caddesi'nde -Eski adıyla Voyvoda, bir diğer adıyla Meşrutiyet Caddesi- şekillendiriyor. 

Meseri'nin Meskûn Zaman'daki o canım Zimbul karakteriyle bir kez daha karşılaştığımız Elsa Niego'nun Cenaze Alayı adlı romanının konusu şöyle... 

Takvimler 17 Ağustos 1927'yi gösterirken İstanbul Yahudi cemaatinin bir mensubu olan Elsa Niego, aşkına karşılık vermediği gerekçesiyle bir erkek tarafından hunharca katledilir. Bu cinayet, Yahudiler arasında büyük bir infiale sebep olur. Kısa sürede organize olan Museviler, akın akın Bankalar Caddesi'ne iner. Cenaze töreni büyük bir protesto mitingine dönüşürken onbinlerce katılımcı adalet için sloganlar atmaya başlar. Ancak dönemin bir kısım medyası olayı "Bu ne cüret" sözleriyle manşetlerine taşırken bazıları da "Ortalığı velveleye vermeyin" uyarısıyla aba altından sopa gösterir. 

Elsa Niego'nun Cenaze Alayı, şiddet gören ve hayat hakları vahşice ellerinden alınan kadınların bir ağıdı olarak okunabilir. Bu arada Meseri, bu romanında tarihsel gerçekleri kurgusal olanla uyumlu bir biçimde işlemesiyle övgülerin büyüğünü hak ediyor.

Elsa Niego’nun Cenaze Alayı / Raşel Meseri / Alfa Yayınları



 

Yeşilçam filmi tadında!

Son yıllarda Japon edebiyatına dair birçok yazarın eseri Türkçeye çevrildi. Akutagava ve Proust etkisiyle yazarlığa başlayan Tatsuo Hori de bunlardan biri. Hori'nin hayatın kırılganlığına ve sevginin gücüne dair novelası, hüznü ve dokunaklılığıyla dikkat çeken birmelodram:

Verem hastası Setsuko ile anlatının isimsiz aktarıcısı bir sanatoryumda birlikte yaşamaktadırlar. Umutsuzluğa kapılarak intihar eden hastaların arasında Setsuko ile nişanlısı geleceğe dair umutlarını yitirmemişlerdir. "Aşkın gücü, amansız hastalıkları ve mutsuzlukları yenmeye yeter mi" sorusunun cevabını arayan Rüzgar Yükseliyor, yarattığı duygu iklimiyle eski Yeşilçam filmlerini hatırlatıyor.

Rüzgâr Yükseliyor / Tatsuo Hori / İthaki Yayınları

Kendini arayan bir sömürge insanı

Nobel ödüllü Naipaul, bu romanında kültürel çatışmalar ve çelişkilerle yüklü yılların sonunda büyük kimlik bunalımına ve yalnızlığa sürüklenen bir bireyi anlatıyor...

Hint asıllı Ralph Singh, kırk yaşına geldiğinde Londra’da bir otel odasına kapanır ve kendisini Karayipler’deki eski bir Britanya sömürgesi olan Isabella Adasından bu odaya sürükleyen hayatını yazmaya başlar. Yazarının tarifiyle Taklitçiler, “Kendisiyle ilgili hiçbir şeye güvenmemeyi öğrenen sömürge insanının, insanlığın koşullarını taklit etmesine" dair bir roman.

Taklitçiler / V. S. Naipaul / Everest Yayınları

Serüvenci ruhlar için

Son yılların parlak yazarlarından Arjantin asıllı Amerikalı Hernan Diaz'ın, Leonardo di Caprio'nun oynadığı Revenant filmini hatırlatan, ödüller alan ve övgülere boğulan romanının konusu şöyle...

19. yüzyılın yeni kıtaya göçlerin arttığı yıllarda yoksul bir İsveçli genç, Avrupa'ya yakın olan Doğu sahiline değil Amerika’nın öteki kıyısındaki Kalifornia'ya göç eder. Dilini bilmediği insanların arasında yıllar boyunca kardeşini ararken umutsuz göçmenlerin, hırslı madencilerin, batakhane patronlarının, iyi yürekli yerlilerin dünyasında kendine bir yer edinir. 

Çileden çileye, tehlikeden tehlikeye atlarken büyük bir tevekkülle katlandığı hayatı, İsveçli genci inanılmaz bir noktaya taşıyacaktır.

Uzaklarda / Hernan Diaz / İthaki Yayınları

İzmir Yahudileri

Osmanlı İzmiri'nin Yahudileri

Doğu Akdeniz’de en batısındaki büyük liman şehri olan İzmir, dört asırdan fazla bir süre şehre canlılık getiren önemli bir Sefarad Yahudi topluluğuna evsahipliği yapmıştır. Bu yıllar boyunca İzmir, Yahudi yaşamının en popüler merkezlerinden biri olmuştur. ABD'li tarihçi Dina Danon, Osmanlı Dönemi İzmir Yahudileri, Ladino arşiv malzemeleri eşliğinde, uzun süredir göz ardı edilmiş Yahudi topluluğunun hikâyesini anlatıyor.

Osmanlı Dönemi İzmir Yahudileri / Dina Danon / Monografi Yayınları