Şu son birkaç yıl içinde sanat, yazın, basın, kültür, bilim alanından yitirdiklerimizi saymaya kalksam, sanırım köşem dolar taşar!
Ben de tanıdığım, dost olduğum, söyleştiğim, sofraları paylaştığım, sanat etkinliklerinde, izlencelerde birlikte yer aldığım şair, yazar dostlarımın “ölü ozanlar, yazarlar derneğine” üye olmalarına dayanamıyorum arık!
Yahu durun ne aceleniz var diyorum… Daha yazacağınız, üreteceğiniz, paylaşacağınız o kadar çok şey var ki diyorum…
Söz dinlemiyorlar ki! Sanki bizi aldatıp sonsuzluklar evrenine bir yıldız gibi kayıveriyorlar yaramazlar!
Yeter yeter diye çığlık atasım geliyor!

***
Bu kez “sözü, şiiri, dostluğu, rengi demlediğimiz” Bedri Karayağmurlar’ı da ansızın öte yakanın renk ve şiir evrenine uğurladık! İçimizde kor ateşler bırakara…
O da yazmanın, sanat yapmanın yaşamak olduğuna inanıyordu.
“Gerçek, ne şiirden üstündür ne de resimden. Şiir de resim de gerçeğin kendisidir.” diyordu. Bir ressamdı, renklerin içinde yepyeni dünyalar yaratıyordu; ama şiirde yeni söylemler geliştirmenin bilimde yeni buluşmalar yapmaktan zor olduğunu da vurguluyordu.
“Resim çalışmayı, şiir, öykü, sanat yazıları, denemeler yazmayı, yaşama biçimi olarak algılıyorum. Çalışıyorum. Siz de ​KARANFİL EKİN AVUÇLARINIZA” diye sesleniyordu hepimize. (*)

“ACININ TADI YAŞAMAK”MIYDI YOKSA?

Karayağmurlar, şiirlerinde dilin sürekli bir dönüşüm süreci içinde olduğunu; sözcüklerin, anlamların değişkenliğine inanıyordu.
Modernizmin, yazının, sanatın, şiirin soyutluğunun izlerini taşıyan dille salt biçimsel değil, aynı zamanda anlamın, estetiğin sorgulamasını da yapıyordu. İnsanın varoluşunu anlamlandırma çabasını, felsefi derinliğini, sorgulama ve çözüm arayışının da ayrımındaydı.
Bedri’yi “Acının Tadını Yaşamak” şiiriyle uğurluyorum. “Çünkü o acıması yoktur kendine hayatın” da diyebiliyordu. Ve sonra ekliyordu: “düzgün ve düz cümleler kurmaktan yorulmuş birinin / zamanıdır küçük kaçmalar ülkesinde bir soluk mavi”nin de diye ekliyordu şiirine.
Sonra sorguluyordu: “biz neyiz ki / uzun buz sarkıtları kırılır / sevmenin sabahları ayazsa / yırtılır gün en hassas yerinden / ve bir kadın kırmızı giyer sabah güllerinden / sen şimdi usulca yürü / ardında kuru yaprakların ağırlığı
hayat nasılsa acı / sana sakladığım bir avuç tuz ve hardal / hafif yaşamaların ağırlığı unutulsun varsın / kalan ne geriye tarihin küllerinden / bir nefes şöyle “oh” derinden / yaşadım.
Güle güle resmin, şiirin, düşüncenin, aydınlanmanın, umudun, özgür düşüncenin yiğit kardeşi…

HAZİRAN’DA ÖLMEK…

Haziran ayına girince Hasan Hüseyin Korkmazgil’in ünlü “Haziran’da Ölmek Zor” şiiri akla gelir. 3 Haziran 1963’te Nâzım Hikmet’in ölümü üzerine yazdığı, yine Haziran’da ölen Orhan Kemal’in anısına adadığı o destan şiirini unutmak olanaklı mı?
“yıllar var ki ter içinde / taşıdım ben bu yükü / bıraktım acının alkışlarına / 3 haziran '63'ü / bir kırmızı gül dalı /şimdi uzakta / bir kırmızı gül dalı / iğilmiş üzerine / yatıyor oralarda / bir eski gömütlükte / yatıyor usta / bir kırmızı gül dalı / iğilmiş üzerine / okşar yanan alnını / bir kırmızı gül dalı / nâzım ustanın”

Haziran ayında ölen şair ve yazarların sayısı da az değil hani…
Orhan Kemal, Ahmed Arif, Nâzım Hikm et, Ahmet Haşim, Cahit Irgat, Cahit Zarifoğlu, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Halide Nusret Zorlutuna, Necati Zekeriya, Cemil Meriç, Peyami Safa, Tahir Alangu, Hasan İzzettin Dinamo, Cahit Külebi, Fuat Köprülü, Ahmet Muhip Dıranas, Tahsin Saraç…
Anılarına, yapıtlarına saygıyla…

(*) Karanfil Ekin Avuçlarınıza, Bedri karayağmurlar şiirleri, Klaros Y. 2025, 101 sayfa