“Uygarlığın tek ölçütü, insan zekasının şiddetin önüne geçebilme yeteneğidir” demiş bir düşünür. Ne de doğru söylemiş. Aynı düşünür günümüz Türkiye'sinde yaşasaydı zeka seviyemiz hakkındaki tahmini eminim Aziz Nesin'e rahmet okuturdu.
Neden mi?
Gözlerimizi her sabah yeni bir cinnet fırtınasına açıyoruz.
Gerilim ve korku filmini aratmayan ülke gündemini takip ederken yoruluyor, içiniz sızlıyor, yüreğiniz daralıyor, şiştikçe şişiyorsunuz.
Hemen her konuda birbirimizle kavga etme konusunda müthiş yetenekliyiz.
Her gün yeni birilerini linç etmezsek içimiz rahat etmiyor.
Linç kültürü öylesine genlerimize işlemiş ki...
Sağımız linç, solumuz linç, milliyetçisi, dincisi, yandaşı, candaşı, yoldaşı herkes birbirini linç etmekle meşgul.
Bir hafta içinde yaşadığımız örneklere bakın;
Beyazıt Öztürk'ü bir grup "vatan haini" ilan etti, diğer bir grup ise şovmenden kahraman yaratma peşine düştü. Ertesi gün Beyaz özür diledi, bu kez hain ilan edenler, “Helal olsun” şakşakçılığına başladı, diğer cenah ise Beyaz'ın “şerefsiz” olduğu konusunda beyanda bulundu.
Türkiye Spor Yazarları Derneği yeni logosunu açıkladı. Beğenmeyenler Türk Bayrağı'nın logoda yer almaması üzerinden derneği yerin dibine soktu. Başkan Oğuz Tongsir çıkıp özür diledi, yeni logoya bayrak ekletti. Bu kez Tongsir'i destekleyenler logoyu eleştirenleri sosyal medyada linç etti.
Akademisyenler bir araya gelip ülkenin güneydoğusunda akan kanın durması için bir bildiriye imza attı. Önce Cumhurbaşkanı çıktı, akademisyenlerin hepsinin “vatan haini” olduğunu açıkladı. Ardından bu ilanı destur kabul eden mafya lideri çıktı, ağzından köpükler saçarak kan banyolarıyla insanları tehdit etti. 12 Eylül faşizminin uzantısı YÖK durumdan vazife çıkardı. Yandaş medyanın cerideleri sayfa sayfa akademisyenlerin isimlerini yayınladı, hedef gösterdi. Akademisyenleri linç kampanyasına katılmayan herkesi “vatan haini” ilan ettiler.
Linç kültürünü bu ülkede hakim kılan zihniyet eseriyle övünebilir.
Çünkü linç kültürü yaygınlaştıkça, demokrasi, uzlaşma, hoşgörü, vicdan, sağduyu, diğerkamlık, merhamet ortadan kalkar. Birbirlerine düşman kitleleri köşeli sloganlarla tahrik etmek ve eyleme geçirmek kolaylaşır. Bu sayede pis bir savaşa, hain bir teröre evlatlarını kurban vermek istemeyen sağduyulu insanların sesi kolayca bastırılır.
Sonuçta insanlık kaybeder, vicdan, merhamet, sağduyu kaybeder.
Haa tüm bunları kaybedeyim, bana “Başkanlık yeter” diyorsanız...
Onu diyeni de toprak kabul eder mi ben bilmem...
GÖRMEMİŞİN FAIR PLAY'İ OLMUŞ...
Geçen hafta sonu Antalya'da TSYD'nin seminerindeydik. Seminer konularından biri de bu yıl Rio'da yapılacak olan Olimpiyatlar ile ilgiliydi. Spor gazetecilerinin duayenlerinden Atilla Gökçe olimpizmin önemini anlattı. Kazanmanın her şey olmadığını, Olimpik ruhun önemini örnekler vererek ufkumuzu açtı.
Ertesi gün, (hadi adını vermeyelim) yerel bir gazetemizin internet sitesinde “İşte fair play” başlıklı bir haber okuduk. Haberde Altınordu U-15 takımının sahalarda ender görülen bir centilmenliğe imza attığı yazıyordu. Efendim Altınordu U-15 takımı rakibi Alanyaspor önünde ilk yarıyı 14-0 önde kapatınca alkışlanacak bir hareket yapmış ve ikinci yarıya 10 kişi çıkmış.
Bunun neresi centilmenlik biri bana anlatsa ya?
Sen ilk yarıda 14-0 gibi bir skoru yakalarken aklına centilmenlik gelmeyecek, karşı takımda yer alan 14 yaşındaki çocukların ruh halini düşünmeyeceksin. Dalga geçer gibi ikinci yarıya 10 kişi çıkıp rakibinle alay edeceksin. Bunun adı da fair play olacak. Hadi len oradan.