Gönül tellerinin en güzel notası büyük üstad Neşet Ertaş ölümünün 11. yılında çeşitli etkinliklerle anıldı. Memleketi Kırşehir’de düzenlenen panele, Ertaş’ın hem dostu hem de ‘Neşet Ertaş’ın kitabı’ adlı eseri bulunan yazar Bayram Bilge Tokel de katıldı. İşte ne olduysa Tokel’in kürsüye çıkmasıyla oldu. Yazar Sinan Yağmur ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunan Tokel, meslektaşını ‘’hırsızlık yapmakla’’ suçladı...

Tokel,  mahkeme tarafından kanıtlandığını vurguladığı bu iddiasında ‘Aşkın Ozanı Neşet Ertaş’ kitabında Sinan Yağmur’un kendi kitabını birebir kopyala yapıştır yaptığını belirtti. Böylesine büyük bir gönül adamının ardından bu olayların yaşanması oldukça üzücü. Benim aklıma tüm tartışmaların uzağında acaba Neşet Ertaş yaşarken böyle bir durumla karşılaşsa ne yapardı? ne derdi? sorusu geldi…

Böyle bir üstad için bu tartışmaların çok yüzeysel ve magazinsel olduğunu kabul ediyorum ama bu sorunun cevabını merak etmeden duramıyorum. Bu yüzden Neşet Ertaş gibi Şükrü Erbaş gibi Aşık veysel gibi sanatçıların, Anadolu’nun kavruk bozkırlarında böylesine bir yaratıcılığı, böylesine bir hayal gücünü, böylesine gönül dağlarını nasıl inşa edebildiklerine bakmalıyım. Bizler şehrin göz alıcı kahpeliğinde kendimizi kaybederken onlar ki hiçliğin sonsuz maceralarında kendilerini aradılar. Bu yüzdendir bin yıllardır bu topraklarda bizim hiçlik zannetiğimiz o berrak bereketin ışığında varolusunu sorguladı filozoflar, şairler, sanatçılar. Ve arkalarinda hala bizi aydinlatan eserler bıraktılar, hala düşündüren, hala hüzünlendiren…


İşte Neşet Ertaş'ın da Anadolu'nun yanık ve karanlık bağrında, nohut oda bakla sofa bir hayatın içinde, boylesine marjinal, böylesine herkese varlığını sorgulatan eserler yaratması boşuna değildir. O ve onun gibi sanatçıların kurak coğrafyanın kavruk çeperlerinde mis kokan çiçeklere can vermesi ilginç değildir. Asıl ilginç olan; Bizim saçma sapan ilişkilerin kucağında, mide bulandıran fenomenlerin izinde yürürken kendimizi yıldız zannetmemizdir. Oysa ki Tanrı bile bize artık yıldızları göstermez olmuşken biz kendi varoluşumuzun tanrısallığına tapınır hale geldik. Dünyanın en kutsal bayramını kendi doğum günümüz ilan ederken her canlının bir şekilde doğduğunu hatta ölmek için doğduğu gerçeğini bile aforoz ettik.Saçını en  maviye boyayan, vücuduna en çok  piercing takanları en yaratıcı rol model yapmaya başladık. O yüzden ayağının takıldığı taştan dahi özür dileyen bu gönül insanlarını anlamaya bizim yüreğimiz yetmez. O yüzden Neşet Ertaş da bu konuda bir şey demezdi, demezdi ama kahve çekirdeği gibi içine atar ciğerinde kavurup en tatlı haliyle bize sunardı.