13 Nisan 1914'te İstanbul’da doğan, 1 yaşında konuşmaya, 7 yaşında şiir yazmaya başlayan, 36 yıllık kelebek ömrü boyunca hayata ve insanlara -insanlarına karışan ve hayatı şiire- şiiri hayata bağlayan, şiirleri, sözleri ve fikirleriyle de günümüze kadar susmayan bir şair bugünkü konuğumuz dostlar…

Evet, doğru tahmin ettiniz: Orhan Veli Kanık

Anlamlı günlere getirirdi ya başlangıçlarını, kendi önemli günlerini. Bir Gençlik ve Spor Bayramı günü, 19 Mayıs 1938'de, Mehmet Ali Sel takma adıyla Gençlik dergisinde yayımlanan “Sicilyalı Balıkçı” şiirini, 2038'de de okunacağını bildiğini vurguluyordu kendi dizelerinde:

“Yüz sene sonra bugünkü dünyadan

Bir tek insan kalmadığı gün;

Sicilya sahillerinde yaşayan balıkçı,

Bir yaz sabahı ağlarını atarken denize,

Her zamankinden daha geniş gökyüzüne bakıp,

Benden bir mısra mırıldanacak şarkı halinde…”

Şimdilik 100 değil 84 yıl geçse de üstünden; Sicilya sahillerinde yaşayan balıkçıyı bilmem de bizler, Orhan Veliseverler, şiirseverler hâlâ şiirlerini okuyor ve şarkı haline gelen mısralarını mırıldanıyoruz Usta. Şiirin devamında, kendince karamsarlığa kapılsa da artık bizler biliyoruz ki sırf Sicilya'da değil, bütün dünyada okunacaktır Orhan Veli…

Bugünkü yazımda Orhan Veli’nin çocukluk arkadaşı Garip’lerden Melih Cevdet Anday’ın Orhan Veli için düşüncelerini aktarmaya çalışacağım…

*****

Melih Cevdet Anday’ın; 17 Kasım 1995 günü, Cumhuriyet gazetesinde, çok özlediği çocukluk arkadaşıyla ilgili “Orhan Veli İçin” adlı bir yazısı yayınlanır:

“Orhan Veli öleli tam 45 yıl olmuş. Nasıl olur! İnanasım gelmiyor. Demek beş yıl sonra onun için "Geçen yüzyılda yaşadı" diyecekler. Oysa benim için "geçen yüzyıl" 19. yüzyıldır, hep öyle kalacak. Ben 21. yüzyıla girmek istemem…”

Böyle başlıyor anlatmaya Melih Cevdet…

Başlıyor başlamasına da, yaşamak istemediği 21. yüzyıla 2 yıl katlanabilir sadece…

28 Kasım 2002’de, tir tir titreten bir Kasım ayazında, Orhan Veli’nin ayrılışı gibi ayrılır aramızdan…

Melih Cevdet’i dinlemeye devam edelim:

“Orhan Veli, rakısına çok değer verirdi. Nâzım Hikmet için açlık grevine girdiğimiz günlerde, avare avare dolaşırken bana demişti ki, "Rakı yok, meze yok, dolaş babam dolaş!"

Bir gün de Oktay Rifat, çok içtiği için Orhan Veli'yi uyaracak olmuş, "Böyle içersen, sonra kadınla yatamazsın" demiş. Orhan da elindeki kadehi göstererek, "Ya bu daha güzelse?" diye yanıtlamış O’nu…

Orhan Veli bir şiirinde "Ölünce biz de iyi adam oluruz…" demişti, (ağlamak geliyor içimden), iyi adamdı oysa. Anlamıyor değilim, ölüleri, iyi olsun kötü olsun, hayırla anma geleneğini şakaya almaktı niyeti böyle söylerken. Ama şundan içim rahat ki; yaşarken sevildi, hayranlık gördü, övüldü. Ama oralı olmadı, hiç övünmeğe girmedi…

Orhan Veli çok duyguluydu ama duygusal görünmekten hoşlanmazdı. Bütün arkadaşlığımız süresince ondan aldığım başlıca izlenim budur! Kendini ele vermek ve işi şakaya vurmak…

Bütün zengin ruhlar böyledir; şaka, bu zenginlikten övünmemenin başlıca umarlarından biridir…

Bu söylediklerimi, onun şiiri de kanıtlıyor bize. Demek istiyorum ki, Orhan Veli'nin şiirine bu açıdan bakmak bize aydınlık getirecektir. Büyük Fransız şairi Paul Valery, hiçbir şiirine kendini vermediğini, yalnız 'Deniz Mezarlığı'nda kendini biraz kaçırdığını söylemişti. Orhan Veli ise, kendini biraz kaçırdığı şiirlerinde bile işi alaya vurur. Orhan Veli, şiirlerinin arkasına gizlenir…

Orhan Veli'nin çoğu şiirinde kendi konuşmayıp başkalarını konuşturması bunun göstergesidir. Gerçekten de, bu büyük şairimiz, çeşitli halk kesimlerinden seçtiği kişileri; kendi ağızları, kendi deyimleri ve kendi deyişleriyle konuşturur şiirlerinde. Ya da kendisi onların ağızlarından konuşur:

“Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden!

Tabakam senin yadigârın!

İki elin kanda olsa gel diyor telgrafın,

Seni nasıl unuturum ben vesikalı yârim…”

Orhan Veli'nin alnında bıçak yarası yoktu, tabakası da, vesikalı yâri de. O’nun,

“Bir elinde cımbız,

Bir elinde ayna,

Umurunda mı dünya!” dizeleri ise bir mahalle kızının ruh durumunu yansıtır. Şurası çok önemli: O kızı küçümsemeden, dahası bize sevdirerek…

Nereye gelmek istiyorum, Orhan Veli dramatik bir şairdir. Şimdi okurlarım beni bağışlasınlar. 'Dramatik' sözcüğü ile ne demek istediğimi anlatmaya girişeyim…

Şiirin üç türü vardır: Epik şiir, dramatik şiir, lirik şiir…

Bunlardan ilki için en büyük örnek Homeros'tur. Homeros, şiirlerinde hem kendi konuşur, hem de kahramanlarını konuşturur. O iki destan da böyle yazılmıştır…

Dramatik şiir; şairin konuşmadığı, sadece kişilerini konuşturduğu şiir türüdür. Tiyatro bu demektir. Büyük şair Sofokles'i buna örnek verelim…

Lirik şiir ise; şairin kendi konuştuğu, duygularını, düşlerini anlattığı şiirdir. Bunun antik çağdaki temsilcisi Safo'dur…

Orhan Veli, bu üç türden daha çok ikinci türde değerlendirilecek bir şairdir. Öyle ki, lirik olduğunu sandığımız (gerçekte öyle olduğu) şiirlerinde bile yalan söylemekten hoşlanır…

'Ben böyle mi olacaktım' adlı şiirini, âşık olduğu günlerde yazmıştı…

“Çok sevdiğim salatayı bile

Aramaz mı olacaktım?” dizeleri mesela düpedüz yalandır. Çünkü Orhan Veli salatayı sevmezdi, yemezdi. Görüyor musunuz, burada kendini saklıyor…

Orhan Veli, bizim şiirimizin eşi bulunmaz dramatik şairidir. O’nu Homeros'la değil, Safo ile değil, Sofokles'le ölçelim. Orhan Veli klasik bir şairdir…”

*****

Orhan Veli’yi anlatmaya, anmaya, anlamaya çalıştık elimizden geldiğince; kalemimizce, yüreğimizce ama Orhan Veli bir derya. Nasıl anlatmalı Usta’yı bilmem? Yeter mi ki; bir kâğıt, bir kalem?