"1935'te Fatih'te bir Boşnak Mahallesi'nde dünyaya gözlerimi açtım.”
Böyle başlıyor anlatmaya kendisini. ‘Sebebi Şiir’, Güler Yücel…
Can Yücel'in biriciği, eşi. Hani şu Can Yücel’in:
"Yaşamak düğünse,
Sen orada gelindin.
Seni soydum Güler,
Dünyayı giyindim" dediği sevdiceği…
*****
Güler Yücel’i, otobiyografisini yazdığı "Olduğu Gibi /Güler Yücel" kitabındaki kendi ifadeleriyle dinleyelim: “Ailem, eski Yugoslavya göçmenlerindendir. Edebiyatçı değilim, resim yaparım. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun talebesiyim. Ondan, resim adına çok şey öğrendim. Akademi yıllarım uzun sürmedi. Ben, atölyesinde çalışmaya başladıktan iki yıl sonra yani 1956 yılında, Bedri Hoca çok sık Brüksel’e gitmeye başlamıştı.
Nedenini bilmiyorduk, okula pek uğramaz olmuştu. Ben de o aralar akademiyi boşlayıp Çiçek Pasajı’na gitmeye başladım. Bütün edebiyatçılar oraya giderdi. Bütün sanatçılar orada toplanırdı. Oradaki sohbetler değerliydi, güzeldi ve kafa çekilen bir yerdi. Kimse kimseyi rahatsız etmiyordu. İşte, Can’a orada rastladım. O gün, bana evlenme teklif etti. O ana kadar da kimse bana evlenme teklif etmemişti. Ben de hemen kabul ettim.
Can hakkında konuşmak veya O’nu düşünmek değil asla ama anlatabilmek çok zor geliyor bana, canımı acıtıyor. Gideli bunca yıl geçti, hâlâ sesini dinleyemiyor, ölümünü nesnelleştiremiyorum. Tam 43 yıllık bir birliktelik, sözünü ettiğim. Ama bunu ikiyle çarpın. Çünkü Can’la ben, gece gündüz dip dibeydik.
Datça’ya 1996 yılında yerleştik. Benim bir yanım hüzünlüydü tabii. Doğduğum büyüdüğüm, yaşamaktan zevk aldığım İstanbul’u temelli terk etmek zorunda kalışıma…
Üstelik aklım geride bıraktığım projelerde kalmıştı. Ama Datça da inanılmaz güzeldi. Doğa ve tarih ile iç içe yaşamak nefesimi kesiyordu. Eski Datça'ya gelince, bir atölye kurup resimler yapmaya başladım. Can'ın, resme hiç kabiliyeti yoktu. O şiir yazarken ben de resimler yaparak oyalanıyordum. Çok resmini yaptım. Sanatçı olma iddiasında değilim. Kendime 'sanatçı', 'ressam' denilmesini sevmem. Tersi, bana tüccar hissi veriyor. Hem kitapta, hem de resimlerimde yaşadığımı, kendime dokunan şeyleri konu aldım. Sana dokunan şey, gerçekten dokunuyorsa ve sen bunu aksettirebiliyorsan, başkasına da dokunuyor. Can ile o evde 1999 yılına, Can’ı kaybedene dek beraber yaşadık.”
***
Can’ının yarısını bırakmış ya 12 Ağustos 1999’da, Datça’da. Can Baba’nın ‘Sebebi Şiir’ini, Güler Yücel’i dinlemeye devam edelim: “Yaşlı kadınlar çoğunlukla pencere kenarında otururlar ve kuşlara ekmek kırıntısı bırakırlar. Kuşlar bu kırıntıları tırtıklarken genelde camdaki kadına bakarlar. Yaşlı kadın da ürkektir kuşlar gibi, gitti gidecek yine kuşlar gibi…
Kuşlarla konuşurum bazı bazı, derdimi anlatırım. Yaşamın ne kadar güzel olduğunu, bir adamı sevdiğimi, şimdi sadece sık sık O’nun mezarını ziyaret ettiğimi anlatırım. Şimdi tek başıma yaşadığımı, tek başına yaşamanın zor olduğu kadar da, son zamanlarda bunun keyfine vardığımı, kuşların da benim gibi çok keyifli vakit geçirdiğini düşünürüm.
Hayal bu ya, kuşlar da sorarlar; “Hayatta yapmak istediğin başka bir şey var mı?” diye. İçimden şöyle geçiririm; “Birkaç bahar daha geçirsem iyi olur” ve düşünmeye devam ederim.
Kuşlar ne zamanı bilirler bizler gibi, ne de yerleşmeyi. Yıllar, aylar onlar için anlamsızdır. Hatta ölümü bile bilmezler. Kuşlar, sadece uçmayı ve belki de sadece o anda yaşamanın önemini bilirler. Özgürlük simgesi olmalarının nedeni; uçmaları değil, gönüllerince yaşamayı bilmeleridir belki de…”
*****
Ne dersiniz dostlar? Olabilir mi? Hoyratça, kırarak-dökerek değil; dokunarak, okşayarak, severek ve gönlünce yaşamayı bilenler midir özgür ve mutlu?
Bir kuşun iki kanadındalar mı şu an yoksa her biri farklı farklı iki kuş mu gökyüzünde uçuşup duran; bilemiyorum… Bildiğim: Yan yanalar, hep ve daima, sonsuzlukta…
Can’ının yanına gömdüler. Anılarına, bitmeyen sevgilerine, hatta ve hatta dünyanın tüm ‘Sebebi Şiir’lerine, ezcümle ‘Yazarı Şiir’lerine, saygıyla...